"Bazı eserleri anlatmak zor gelir; bir ana tema vardır ancak yan konuların da ana tema kadar önemli olduğunu fark edersiniz, hangisini öne çıkaracağınızı bilemezsiniz. Kahramanın birinden bahsedip diğerini atlarsanız, bahsettiğiniz eksik kalır. Aklınızda kalan onlarca etkileyici sahne yahut diyaloğu kelimelere dökmek istersiniz, ağzınızla kuş tutsanız anladığınızı hakkıyla anlatamayacağınızı hissedersiniz. Velhasıl bazı eserleri kelimelere dökemezsiniz, yalnızca anlarsınız."
Ülkemizde, özellikle orta yaşın altındaki, genç okur diyebileceğimiz büyük bir kitle muhtemelen bilgisayar oyunlarının da katkısıyla kurgu/gerilim türündeki filmlere ve romanlara epey ilgililer… Ve bu ilgilerinin sonucunu, best-seller olmuş, dünya edebiyatının Türkçe çevirilerinin en çok satan olmasından anlamak mümkün. Gel gör ki bu arz talep çerçevesi içerisinde Türk yazarların bu türdeki eserlerinin çok ilgi gördüğü söylenemez. Altında yatan sebeplerden en önemlisinin, genç yerli yazarların gerilim-kurgu türündeki eserlerinin özgün olmaması, edebiyatının kötü olması, sonuçta okuyucuyu tatmin etmemesi olduğunu düşünüyorum. Elbette bu durum aradaki birkaç iyi eserin de gözden kaçmasına neden olabiliyor. Kendimden biliyorum, adına kapağına inanıp aldığım bir yığın kitabı yarıya bile gelmeden kütüphaneme kaldırdığım o kadar çok ki! Bu psikolojiyle, evvelinde okumadığım bir yazarın eserini inandığım bir tavsiye olmadıktan sonra almamaya, okumamaya karar vermiştim. Mesih’in Klonu tam da böyle bir anımda yazar dostum Ümit İhsan tarafından önerildi. Bu tarzda çıkan eserleri gerek ilgili web sitelerinden, gerekirse online kitap satışı yapan ticari mecralardan takip ettiğimden romanı ismen biliyordum. Ve ilk satırından itibaren beni içine hapseden, ‘insan öğrendiği sürece vardır’ sözünü anlamlı kılan bu yeni okumama başladım. Elbette başlangıçta dinler tarihi ve öncesine olan ilgimin bu kitabı severek okumama neden olduğunu düşünmedim değil ancak devamında, siyasi ve dinî entrikaların içerisinde günümüzden tapınakçılara kadar giden bir zaman aralığında cereyan etmiş olayların kurgusu ve anlatımını görünce her kesimden okuyucuyu kısa sürede avucunun içine alabilecek bir roman olduğuna ikna oldum. Konu her ne kadar çarmıha gerilmiş İsa’nın kanının Meryem tarafından bir kâseye alınması, bu kâsenin yüzlerce yıllık macerası ve o kanın günümüzde klonlanması etrafında dönüyor olsa da işin rengi biraz değişik… Aslında çarmıha gerilen İsa değil… En baştan anlıyoruz ki on iki havarisinden birisi olan Yahuda’nın kalleşliği sonucu Romalıların yakaladığı İsa ilahî bir müdahaleye maruz kalıyor ve çarmıha giden, İsa görüntüsündeki kalleş Yahuda oluyor. Yazarın kurgusu burada Kuran’la paralel… Peki, Meryem’in Mesih’in kanı olduğunu zannederek alıp sakladığı bir kâse kan ne olacak? Yazar bunun yanıtını peşinen veriyor; klonlanan İsa değil, şeytanın maşası Yahuda’nın ta kendisi… Şeytan, İsa’nın göğe yükseltilmesi ve yerine Yahuda’nın çarmıha gerilmesiyle kaybettiği savaşı Meryem’i kandırarak bir kâse kanı iki bin yıl sonrasına taşımasıyla ikinci raundun galibi oluyor. Ya da oluyor mu? Kitabın sonunu getireceksiniz, ben söylemem. Ana tema bu olsa da aslında iyiyle kötünün mücadelesi sayfa sayfa kendisini hissettiriyor. Kötülük görecelidir denemeyecek kadar keskin ve sarsıcı olaylar okuyanı geriyor, düşündürüyor. En çarpıcı örneği verelim: Amerikalı psikopat suçlulardan devşirilen bir grup kara urbalı, önce Türkiye’de İstiklal Caddesi’nin kalabalığına dalıyor ve önlerine gelen herkesi kılıçtan geçiriyor, sonra aynı senaryo Suudi Arabistan ve Amerika’da sahneye konuyor. Amaç belli, katliamları İslami gruplara yıkmak… Ne kadar güncel ve her kesimden okuyucunun ilgisini çekecek kadar merak uyandırıcı değil mi? Kötülüğün aklı zorlayan sınırlarda gezinen daha pek çok olay var. Hepsi buraya sığmaz. “İyilik de var” demiştim, o zaman Mehdi’den bahsetmek gerekecek. Mehdi’nin etrafındaki inançlı ve cesur dostları ile ona babalık yapıp büyüten Abdullah’ın kötülüğe karşı verdikleri amansız mücadele tüyleri diken diken edecek kadar sahici. Evet, sahte Mesih’in karşısında hakiki Mehdi var ve o bir Türk. Okuyucu hiçbir gelişmeyi yadırgamıyor, her şey yerli yerinde, bir avantür filmde karşılaşılacak heyecanla iyi kahramanlara kalpten alkış tutuyor. O denli… Elbette bu kadar çok iç içe geçmiş konunun kahramanı da bol. Bu yüzden ‘bu kimdi’ türünden karışıklıklar yaşamamak için kahramanların adlarını akılda sıkı tutmakta fayda var. Gerçi yazar ilginç isimlerle (Cesur Kadaşman, Leylak Semerci, vb.) bu dezavantajın etkilerini azaltmaya çalışmış, faydalı da olmuş. Sonuç itibariyle, bazı eserleri anlatmak zor gelir; bir ana tema vardır ancak yan konuların da ana tema kadar önemli olduğunu fark edersiniz, hangisini öne çıkaracağınızı bilemezsiniz. Kahramanın birinden bahsedip diğerini atlarsanız, bahsettiğiniz eksik kalır. Aklınızda kalan onlarca etkileyici sahne yahut diyaloğu kelimelere dökmek istersiniz, ağzınızla kuş tutsanız anladığınızı hakkıyla anlatamayacağınızı hissedersiniz. Velhasıl bazı eserleri kelimelere dökemezsiniz, yalnızca anlarsınız. Mesih’in Klonu da işte böyle bir roman. Okurken farklı tatlar tecrübe etmek istiyorsanız buyurun… tavsiyemdir. Mehmet Mollaosmanoğlu, 15 Ocak 2013 KAYNAK: YAZARIN KENDİ BLOĞU
Opmerkingen