top of page
Bursa Hayat Gazetesi SöyleÅŸisi / 20 Eylül 2016
  • Öncelikle sizi tanıyalım?

 

1972 Haziranında Ä°stanbul’da doÄŸdum. Kendimi bildim bileli el sanatlarında mahirdim ya da hadi ukalalık diye algılanmasın diye “elim iÅŸ tutardı” diyeyim. Henüz okuma yazma bilmeyen bir çocukken resimlerle kendimi anlatmaya bayılırdım. “Bayılırmışım” demeliyim belki, çünkü bundan sonra aktaracaklarım baÅŸta anneannem olmak üzere ebeveynlerim tarafından bana aktarılanlar:

 

Yaşım üç ila dörtmüÅŸ. Bir kâğıda, misal, uçak çizer, sonra da o uçak ve içindeki yolcuların başından geçenleri anlatırmışım uzun uzun. Ne hikmetse hep ÅŸimdi “fantastik” diyebileceÄŸim öyküler olurmuÅŸ bunlar ya da belki de doÄŸal olan buydu, bilemiyorum, çocukların düÅŸ gücü sınırsızdır kabul edersiniz ki. Uçak aslında uçakmış da gene de deÄŸilmiÅŸ; doÄŸurabiliyor ve üstünde beliren beneklerle besleniyormuÅŸ. Ä°yiymiÅŸ ama biraz da kötü, çünkü yolcuları taşıyor ama onları inmek istedikleri yere götürmüyormuÅŸ, her birini çok sevdiÄŸinden ayrılmak istemiyormuÅŸ çünkü. Sonra peÅŸine uçan daireler takılıyor ve uçak çok sevdiÄŸi yolcuları korumak için kötü kalpli uzaylılarla çarpışıyormuÅŸ vs. Okuma ve yazmayı çözdüÄŸüm andan sonra anlattığım öyküler çizgi romanlara dönmüÅŸtü. Çizgili defterlere bir zaman gezgininin öykülerini çiziyordum, yaşım altı-yedi. Kahramanım o zamanın fenomen dergisi Gırgır’da yer alan Muhlis Bey’den esintiler taşıyordu ama iÅŸin içinde çok nahif de olsa bilim kurgu ve fantastik vardı yine. Demem o ki oldum olası geleceÄŸe ve gizeme tutkun biri oldum ben ama derdim hepsinden öte “anlayabilmek” ve anladığımı “anlatabilmek” oldu. Biraz da o nedenle sistemle deÄŸil de sistemin beni ileteceÄŸi yolla ilgilendim üretme aÅŸamasında. Bu nedenle kâh çizgi roman çizmeye koyuldum, kâh roman yazmaya.

​

Bir söz vardır, pek severim: “Bir gün kırk sekiz saat olsa, sekiz saat çalışsak, kırk saat uyusak.” Bu örnektekinin aksine, uykuyla arası olan biri deÄŸilim ben. O nedenle, “Kırk saat çalışsak, sekiz saat uyusak,” olurdu bu sözün bendeki karşılığı. Anlayacağınız, yazıyla haşır neÅŸir olan pek çok kiÅŸi gibi, zaman konusunda sıkıntı çektiÄŸim söylenebilir.

​

BaÅŸta Pamey Yayın Grubu olmak üzere, pek çok baÅŸka yayınevinin de görsel yönetmeni ve editörüyüm. Bu uÄŸraÅŸlar tek başına bile ciddi zaman gerektirirken, hem yetiÅŸkin okurlar hem de çocuk okurlar için kitaplar da yazmaktayım. Zaman fakiri olmama yol açanlar bunlar iÅŸte.

​

Ä°lk kitabın Ben Bir Kediyim ÅŸiir kitabıydı ve 1993’te yayınlandı. 1996’da bir yazın yarışmasında ödül alarak yayınlanan fantastik çocuk romanım DüÅŸler Diyarı ve 2003’te yayımlanan Gohor Cam Kent ile Gohor Kurtlar Yolu adlı bilim kurgu romanlarım var. Sonrası çorap söküÄŸü gibi geldi. 2005’te Aykolik ile Sevgili Salak adlı yetiÅŸkin romanlarım, 2007’de Mesih’in Klonu adlı politik kurgu kitabım, 2008’de OlaÄŸan Mucizeler ile Geceyle Gelen adlı kitaplarım yayımlandı. Tudem tarafından ilk kitabı 2011’de yayımlanan Dedektif Bol Bel adlı kahramanımın üç kitabını yazdım. Kahraman Korkak Babam, Saldırgan Masum Annem adlı iki kitabını yazdığım yeni serinin üçüncü ve son kitabı üzerinde çalışıyorum. Bu arada yerli yabancı pek çok seçkiye de öykülerimle destek verdim. SHP’nin 1993 Ä°nsan Hakları konulu öykü yarışmasında “Ve Ä°p Gerildi” adlı öykümle birinciliÄŸi; Tudem’in 2004 Masal yarışmasında “Sevgiyi Arayan Kardan Adam” ile üçüncülüÄŸü; Türkiye BiliÅŸim DerneÄŸi’nin 2004 bilim kurgu öykü yarışmasında “Sevgilim Dans Edelim mi?” adlı öykümle birinciliÄŸi kazandım. 2005’ten beri eÅŸim Anita’yla evliyim. Aden ile Uras adlı iki ÅŸekerparenin babasıyım.

 

  • Ağırlıklı olarak fantastik ve bilim kurgu edebiyatına yönelik eserler ürettiÄŸinizi biliyorum. Bunun sebeplerini öÄŸrenebilir miyiz?

 

FantastiÄŸe ve bilim kurguya yönelen yazarların çocukluÄŸunda “gökyüzü” olduÄŸuna inananlardanım ben. Açık olmadı mı? Åžöyle özetlememe izin verin: Ay ve yıldızlarla dolu gece göÄŸüne bakarak orada yaÅŸayanlar hakkında düÅŸ kuran bir çocuk en basit tarafından “olasılık evrenlerine” adım atmıştır bana göre. Hiç deÄŸilse bana olan buydu. Sakil gecekondumuzun bahçesine serilen kilime sırtüstü uzanır, ay ve yıldızlara bakar, gerçek dünyada bir benzerini bile görmediÄŸim türlü çeÅŸit yaratığın göÄŸe yayılan kozmik tarlada yaÅŸadığını hayal ederdim. Böylece, ilk fantastik ve bilim kurgu öykülerimi sadece ve sadece kendime anlattım. Sonrasında modernize edilmiÅŸ, dahası, bizzat gezegenler arasında gezip serüvenler yaÅŸayan bir KeloÄŸlan hakkında bilim kurgusal masallar “uydurmaya” ve bunları anlatmaya koyuldum. Ä°lk dinleyicilerim kız kardeÅŸlerim ve mahalle arkadaÅŸlarımdı. Ben kaldırım kenarına oturup anlatıcı pozisyonumu alırdım, onlar da yere baÄŸdaÅŸ kurup yarım daire oluÅŸturur, beni pürdikkat dinlerdi. Eh, seksenli yılların başındaydık; televizyonun da, bilgisayarın da ÅŸimdiki gibi iÅŸlev kazanmadığı dönemlerdeydik ve ben “farklı” bir ÅŸey yapıyor, fazlaca bildik masallara bilim kurgusal bir fon ekliyordum. Demek ki fantastiÄŸe (ve bilim kurguya) yönelimim ben pek de farkında olmadan  gerçekleÅŸmiÅŸ.

​

Ama hayır, o kadar deÄŸil. Hepi topu birkaç saat yayın yapsa da dönemin TRT’sinin tercih ettiÄŸi bilim kurgu dizilerinin (Uzay Yolu, Galactica, Zaman Tüneli, Logan’ın Kaçışı, Uzay 1999) düÅŸ gücüme etki ettiÄŸini; Zagor’undan Rakar’ına, Asteriks’inden Superman’ine bir yığın çizgi roman kahramanının da fantastiÄŸe olan hayranlığımı arttırdığını söylemem gerek.

​

Bütün bu çocuksu malzemeyi bir kenara ayırıp bilinçli olarak fantastiÄŸe ve bilim kurguya yönelmemdeki kilit isimlerse Stephen King ile Ray Bradbury’dir. King’in korku ve gerilim öÄŸeleriyle zenginleÅŸen fantastik dünyası ile Bradbury’nin capcanlı gelecek tasvirleri beni bu iki türe olabildiÄŸince sıkı ipliklerle baÄŸlamıştır.

 

  • Fantastik edebiyatın Türkiye’deki geçmiÅŸi hakkında deÄŸerlendirmeleriniz nelerdir?

 

Fantastik edebiyatın, en basit tanımıyla “GeliÅŸmiÅŸ Masal” olduÄŸu iddia edilir. Gerçekte durum bu olmasa da iki türün yerleÅŸtiÄŸi zeminde ciddi benzerlikler görülebilir.

 

DoÄŸrusu, hemen her coÄŸrafyasında masalla bu denli içli dışlı olan bir ulusun fantastik edebiyata karşı biraz daha ilgili olması beklense de yakın geçmiÅŸ dâhil olmak üzere vaziyet hiç de o minvalde deÄŸildir. Fantastik edebiyat çocuksu bulunmuÅŸ, uzun yıllar boyu küçümsenmiÅŸtir. Günümüzde yeni nesil dalgasıyla birlikte bir ivme kazansa da “gerçek edebiyat”ın “gerçekçi edebiyat” olduÄŸunu iddia eden kimi kesimler tarafından hala “içi boÅŸ safsatalar” muamelesi görmektedir. Oysa tam da genel yapısı nedeniyle fantastik, felsefenin de insan hallerinin de kitlesel hafızanın da en iyi iÅŸlenebileceÄŸi, en sıra dışı biçimde okura aktarılabileceÄŸi araçtır. Hayal gücü enginlerinden çıkarılmış ve tamamen benzersiz olmaya aday kurgusal evrenlerin her zihinde farklı açılımlar yaratma gücünün taşıdığı muazzam skaladan söz etmiyorum bile.

​

Bu topraklarda fantastik edebiyata ekseriyetle olumsuz yaklaşıldığını belirtmiÅŸtim. Ä°nancında da folklorunda da doÄŸaüstü güçlere “gerçeklik” atfeden insanların bunca bol olduÄŸu bir coÄŸrafyada bunu anlamak zor.

​

Avrupa fantazyası kendi mitolojisinden beslenerek serpilmiÅŸtir. Elfler, goblinler, yarı tanrılar, horuslar, denizkızları ve daha nicesi fantastik kurgulara girmeden önce sözlü anlatıda hayat bulmuÅŸtur. Bir sav daha ortaya atar ve “Masalın gerçekte özetlenmiÅŸ mitoloji olduÄŸunu” söylersek, ülkemiz edebiyatçılarının fantazyaya genel yaklaşımındaki ikiyüzlü tavrın daha net anlaşılmasını saÄŸlarız sanıyorum.

​

“GerçekçiliÄŸi” nesnellik - maddecilik olarak algılayan, hayal gücünü küçümseyen ve her hayal yaratısına safsata gözüyle bakan kesim bir anlamda baÄŸlı olduÄŸu toprakları biçimleyen mitolojiyi de reddetmektedir. Ä°nsanlığın yanıtını bulamadığı soruları fantastiÄŸe sığınarak açıklamaya çalışmasına ve fantastiÄŸin bu “yorumlama - deÄŸerlendirme” çabasında ana araç olmasına karşın, bu kiÅŸilerin maddeci bakışı (ve hatta aÅŸağılayıcı tavrı) sadece türe deÄŸil, bu toprakta yaÅŸayan tüm halkların sözel hafızasına da hakarettir.

​

Yine de küçümseyenlerin bu denli bol olmasına karşın, Türk edebiyatında uzun yıllardır fantastik vardır, var olmayı da sürdürecektir. AÅŸk romanlarının unutulmaz ismi Kerime Nadir’in DehÅŸet Gecesi isminde bir fantastik-korku romanı yazdığını bilmek bile bu iddiaya inanmamızı saÄŸlayabilir.

​

Kerime Nadir’in 1958’de (yani ona ÅŸöhreti getiren romanı Samanyolu’ndan önce yazdığı) DehÅŸet Gecesi’nde bir vampir öyküsü anlatılır. Anlayacağınız, vampirlerin gizemli cazibesini, karşı konulmazlığını ve güzelliÄŸini Alacakaranlık serisiyle tüm dünyaya yeniden hatırlatan Stephenie Meyer’den çok önce anlatan Kerime Nadir vardır. Pek bilinmez ama genelde Hıçkırık, Samanyolu gibi kitaplarıyla gündeme gelen romans kraliçesi Kerime Nadir, kahramanlarından biri vampir olan bir aÅŸk hikâyesinin de yaratıcısıdır.

​

Yazar, DehÅŸet Gecesi adlı romanında bir diÅŸi vampirin ÅŸatosuna (Kızıl Puhu Malikanesi) davet edilip orada tuzaÄŸa düÅŸürülen ve ezeli iyilikle kötülük arasında seçim yapmak zorunda kalan genç bir adamı anlatır. Bram Stoker’ın Dracula’sından esinlenerek yazılmış DehÅŸet Gecesi’nde Transilvanya’nın yerini Hakkari, Karpatlar’ın yerini karlı Cilo DaÄŸları alır. Kont Dracula’nın yerindeyse güzeller güzeli bir kadın, Prenses Ruzihayal vardır.

​

Türk edebiyatı fantastiÄŸin baÅŸlangıcı DehÅŸet Gecesi deÄŸildir elbette. Muhayyelât-ı Aziz Efendi (yazılışı 1796), Ahmet Mithat’ın Çengi’si (1885), Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın Gulyabani’si (1912), Peyami Safa’nın Matmazel Noraliya’nın KoltuÄŸu (1949) tür sınıfına rahatlıkla eklenebilir.

​

Tanzimat döneminde Türk romanı sahneye çıkmadan önce sözlü geleneÄŸimizde yaÅŸayan masallarda, halk hikâyelerinde, âşık hikâyelerinde, vilayetnâmelerde ya da yazılı edebiyatın mesnevilerinde doÄŸaüstü varlıklara ve olaylara rastlamak hiç de ÅŸaşırtıcı olmaz.

 

  • Yayınevlerinin bu türe bakış açıları nasıl?

 

Yayınevleri son yıllarda fantastik edebiyata daha sıcak bakıyor denebilir ama bilim kurgu edebiyatının ÅŸansı pek o kadar yüksek deÄŸil. Yine de geçmiÅŸ yıllara oranla yayınevlerinin fantastik ve bilim kurgu edebiyatına daha çok yer verdiÄŸi söylenebilir.

 

  • Yüzüklerin Efendisi gibi bir baÅŸyapıtın bu türün tanınmasına katkısı oldu mu?

 

Sadece Yüzüklerin Efendisi deÄŸil, Harry Potter serisinin de türün tanınmasına çok katkısı oldu. Ä°ÅŸin komik tarafı, edebi lezzetinin yanına bile yaklaÅŸamayan Hollywood filmlerinin (bence) türe balta vurmasına raÄŸmen baÅŸarıldı bu.

​

Üzerinde çok yazılıp çizildi ve kelli ferli pek çok akademik zat tarafından “gerçekliÄŸi zedelemekle” suçlandığı için Harry Potter örneÄŸinden hareket etmek isterim. Kaldı ki benzer eleÅŸtiriler zamanında Yüzüklerin Efendisi için de yapılmıştı.

​

Karşıtlarının en büyük iddiası, Harry Potter evreninde sorunların büyüyle çözülmesi durumudur. Kurgunun fantastik doÄŸası gereÄŸi kurguda büyüler de büyücüler de bolca kullanılır ama yedi kitaplık, binlerce sayfalık ve hemen her tür insanlık durumunun (sevginin gücünden nefretin nedenlerine, korkunun gerekçelerinden cesaretin erdemlerine) iÅŸlendiÄŸi metinler toplamını bu baÄŸnaz yargıyla deÄŸerlendirmek ve hayal gücü yaratısı olan büyü kısmıyla küçümsemeye ve hatta kötülemeye giriÅŸmek abesle iÅŸtigaldir. Çünkü insan kimyasal birtakım etkileÅŸimlerin biçimlediÄŸi bir tür organizmaysa da, formüllerle çözümlenecek fiziki bir varlık deÄŸildir. Yani “o kadar” deÄŸildir, çok daha fazlasıdır. Fiziki varlığın da ötesindeki bir “algıdır” insan ve bilim tarafından henüz onaylanmamışsa da her zihin ortak bir bilince baÄŸlıdır. Bu baÄŸlılık bireyleri yekpare bir varlık haline getirir biraz da. Buna karşın, bireylerden yola çıkıldığında, herkesin gerçeklik yorumunun farklı olduÄŸu görülür. Yerkürede ne kadar insan varsa, o kadar da “farklı” gerçek olduÄŸu anlamına gelir bu. Yani, her ÅŸey insanın hayatı yorumlamasına veya gerçeÄŸi algılamasına göre geliÅŸir, deÄŸiÅŸir. Hal böyleyken, fantastiÄŸin gerçeÄŸi zedelediÄŸi örnekler görmek de mümkündür, buna itirazım yok, ama bu oran çok ama çok düÅŸüktür ve suçlu fantastik deÄŸildir. Asıl suçlu, yetiÅŸme sürecinde çocuÄŸa gerçeklikle hayal arasındaki farkı öÄŸretmekten uzak olan ebeveyn, öÄŸretmen, toplum, eÄŸitim sistemidir, yani bizzat sistemin kendisidir. Kaldı ki, fantastiÄŸin gerçeklik algısında sorun yarattığı az sayıdaki çocukta ortak payda katı gerçeklikle çevrelenmeleri, düÅŸlemelerine, hayal kurmalarına ket vurulmasıdır.

​

Hemen her edebi metnin görsel yansıması yetersizdir bana kalırsa. Yani, bir metin film haline getirildiÄŸinde lezzetinden çok ÅŸey yitirir. Yüzüklerin Efendisi filmleri sürükleyicilik ve kurgusal gerçeklik anlamında romanların yanına bile yaklaÅŸamaz örneÄŸin veya Harry Potter filmleri karanlık, sorunlu, çirkin ucubelerdir ve kitapların lezzetinden fersahlarca uzaklardır. FantastiÄŸin popüler kültür malzemesi diye yaftalanmasındaki ana etken, yan sanayi ürünlerince desteklenmesi ve gösterimleri sırasında medyada fazlaca yer alması olabilir. Ama çok da kötü bir yafta deÄŸildir popülerlik zaten. Anlık da olsa insanların yoÄŸun ilgisine mazhar olmayı basitleÅŸmekle, avamlıkla bir tutmak doÄŸru bir yaklaşım deÄŸildir.

 

  • Sizin okumaktan keyif aldığınız yazarlar ve baÅŸucu kitaplarınız neler?

 

Gabriel Garcia Marquez, J.R.R. Tolkien, Stephen King, José Mauro de Vasconcelos, Michael Ende, Flannery O’connor sevdiÄŸim yabancı yazarlar ve neredeyse bütün kitaplarını baÅŸucumdan ayırmam. Yine de Yüzyıllık Yalnızlık her zaman benim için ayrı bir yerde duruyor. Yerli yazarlarımızdan isim belirtmemeyi özellikle tercih ediyorum, çünkü Yakup Kadri KaraosmanoÄŸlu’ndan Halide Edip Adıvar’a, Hüseyin Rahmi Gürpınar’dan OÄŸuz Atay’a pek çok favori yazarım var ve tümünü sıralamak uzun sürecek.

 

  • Kitaplarınızda farklı üsluplar kullandığınızı görüyoruz. ÖrneÄŸin GOHOR’da betimlemeler ve ÅŸiirsel anlatımlarla dolu edebi bir dil kullanmışsınız. Son kitabınızdaysa daha farklı, daha sade ama aynı zamanda da daha akıcı bir dili tercih etmiÅŸsiniz. Bu tercihleri yaparken göz önüne aldığınız unsurlar nelerdir?

 

Size bir sır vereyim: kitapların ruhu var. Metnin üslubunu belirleyen biraz da bu ruh iÅŸte. Gohor’un öyküsünü anlatan ben deÄŸildim, o nahif delikanlı beynime sızdı; düÅŸündüklerini, hissettiklerini, sevinçlerini, korkularını bana aktardı; ben de elimden geldiÄŸince tümünü yazıya çevirdim. Olan buydu. Yani, Gohor kendi üslubunu belirledi. ÖrneÄŸin benzer bir durum (tarz olarak çok farklı olmasına karşın) Sevgili Salak’ta da yaÅŸandı. BeyoÄŸlu’nun arka sokaklarında yaÅŸayan, bir konsomatrisin sığıntısı olan yarım akıllı Maho beynime sızmasa ben onun öyküsünü o denli sahici anlatamazdım. “Sahici” demiÅŸken bir ek yapayım. Bu “sahicilik” hadisesiyle ukalalık yaptığımı düÅŸünmeyin. Okurların genel görüÅŸüdür bu; Maho’yu çok sahici, etten kemikten bulurlar.

​

Ä°ÅŸin doÄŸrusu, yazar anlatmayı seçtiÄŸi karaktere dönüÅŸemiyorsa öykünün yavan kaldığına inanırım. Benim bir tür odaklanmayla öyküsünü yazdığım kiÅŸiye dönüÅŸmem (ya da o düÅŸ kiÅŸinin bana bulaÅŸması) sebeptir üsluba anlayacağınız. Ve bu benim hoÅŸuma gider. Fazlasıyla hem de. Çünkü her roman, her öykü ve hatta her yazı benim için baÅŸka bir deneyimdir; yazı sınırımı zorlayacağım, kurgu gücümü sınayacağım yeni bir mücadeledir; yeni düÅŸ karakterle birlikte atılacağım benzersiz bir serüvendir. Hiçbir kitabım öncekinin benzeri veya kopyası deÄŸildir bu nedenle; hepsi farklı yazarların zihninden doÄŸmuÅŸ gibidir.

 

  • Yazarlık dışında nelerle meÅŸgulsünüz? Bir ara radyo programları için oyunlar yazıyordunuz, bu hâlâ devam ediyor mu?

 

Radyo Tiyatrosu için bir tane senaryo yazdım: “Kahve Falı” ve o da canlandırıldı. Benim için onur olacak bir sanatçı topluluÄŸu tarafından hem de. Toprak Sergen’in yönetmenliÄŸi ve Ersin Temelli’nin efektörlüÄŸünde bir Ä°stanbul Radyosu yapımıydı. Sungun Babacan, Songül Öden, Canberk Uçucu, Sezai Aydın, Nilüfer Açıkalın, Toprak Sergen, Murat Ziya Kürküt ve Nuri Karadeniz tarafından seslendirilmiÅŸti. Oyun halen internet sitemde mevcut. Dinlemek isteyenler askingungor.com adresini ziyaret edebilir.

 

  • FABÄ°SAD olarak faaliyetleriniz hakkında bilgi alabilir miyiz?

 

Fabisad’ı “Hayalgücü özgürleÅŸtirir” sloganının ışığında hayata geçirdik. CoÄŸrafyamızın fantastiÄŸe bakışındaki önyargıyı kırmak, hem fantastiÄŸin hem de bilim kurgunun hak ettiÄŸi konumda deÄŸerlendirilmesini saÄŸlamak için adımlar atmaya çabalıyoruz. Sadece edebiyata deÄŸil, türleri iÅŸleyen hemen her sanat dalına destek olabilmek amacındayız. Bu amaçla çeÅŸitli etkinlikler, paneller, söyleÅŸiler, buluÅŸmalar ve yeni kalemleri ÅŸevklendirecek yarışmalar düzenliyoruz. Türe uzun yıllardır çok ciddi katkılar saÄŸlayan üstat Giovanni Scognamillo adına her yıl düzenlenen etkinlik bunlardan biri. Fabisad’ın amacı fantastikle bilim kurgunun yükseliÅŸine katkı saÄŸlamak.

 

  • Pamey Yayın Grubu’nun sektördeki yerini nasıl deÄŸerlendiriyorsunuz?

 

Pamey henüz çok genç bir yayınevi, ancak yayıncılığa uzun yıllar emek veren ve geliÅŸmek için hangi adımları atması gerektiÄŸinin son derece farkında olan Özgür EÄŸmir’in vizyonu sayesinde hızla yükseliyor ve yükselmeye devam edeceÄŸine inanıyorum. Ben de bu yükseliÅŸe elimden gelen desteÄŸi vermeye gayret etmekteyim.

 

Emel Demir, Bursa Hayat Gazetesi, 20 Eylül 2016

bottom of page