top of page
Ä°yi Kitap SöyleÅŸisi / Aralık 2011
  • Gizemli Åžeyler Dedektifi Bol Bel’in Ä°nanılmaz Serüvenleri, Sözcük Korsanı adlı kitabınız, bir gün insanların sözcüklerin ağızlarından çıkma biçimine hükmedemediklerini fark etmeleriyle baÅŸlıyor. Herkes kendisinin ne demek istediÄŸini biliyor ama kimse kimsenin ne dediÄŸini anlamıyor. Ortak sözcükler ortadan kaybolunca, herkesin anlamı üzerinde anlaÅŸtığı sözcüklerden oluÅŸan sözel dil de yok oluyor. Bu anlamıyla, çağımızın devrim geçiren iletiÅŸim biçimlerine bir göndermeniz var sanki. Ä°letiÅŸim araçlarının hiç olmadığı kadar çeÅŸitlendiÄŸi, yoÄŸun olduÄŸu ve kullanıldığı bir çaÄŸda iletiÅŸimsizliÄŸe farklı bir cepheden, aslında çok temelden, insanın daha sözel konuÅŸmayı keÅŸfetmediÄŸi çaÄŸdaki durumun andıran bir yerden yaklaşıyorsunuz. Ä°letiÅŸimsizlik temasına böyle bir kurgu çerçevesinde yaklaÅŸmak nereden aklınıza geldi?

 

Aslını ararsanız Dedektif Bol Bel de, Sözcük Korsanı adlı ilk serüveni de zihnimin yeni yaratısı deÄŸil. Çok uzun zaman aklımın odalarında dinlendiler, demlendiler, olgunlaÅŸtılar. DiyeceÄŸim o ki, Bol Bel’in ilk serüveninde yaÅŸanan iletiÅŸim sorunu son dönemdeki teknolojik karmaÅŸaya deÄŸil, çok daha ötelerdeki baÅŸka bir soruna odaklanmıştı: KiÅŸinin kendinden baÅŸkasının söylediklerine sağır kalmasına.

 

Kabul ediyorum, teknolojinin dallanıp budaklanması ve iletiÅŸim gereçlerinin çoÄŸalması insanlar arasındaki mesafenin azalacağına artmasına neden oldu. Ama çocukluÄŸumun geçtiÄŸi seksenli yıllarda, yani ülkemizde teknoloji bu denli yaygınlaÅŸmamışken ve kablolu telefonlar bile ancak belli baÅŸlı birkaç evde varken bile, insanların iletiÅŸimi pırıl pırıl deÄŸildi. KiÅŸi duymak istediÄŸini duyar, istemediÄŸine kulaklarını bilinçli olarak kapardı. Yani genel kanının aksini savunuyorum ben: Teknoloji insanların arasını açmadı, sadece bahane oldu.

 

Dolayısıyla, Sözcük Korsanı’nın temelinde teknolojinin neden olduÄŸu iletiÅŸim sorunları var gibi görünse de, gerçekte insanlığın baÅŸka bir zaafı daha ön planda: Bencillik. Ama tabii ondan önce, sevgisizlik. Sözcük bozulmaları sonrasında aynı cümleyi herkesin farklı biçimde söylemesi, bire bir aynı ÅŸeyi söyleyenlerin bile birbirini anlamaması ve tabii temiz kalan tek sözcüÄŸün “Sevgi” olması buna iÅŸaret ediyor biraz da. En azından, yazarken yapmaya çalıştığım buydu.

 

  • Sözcükler herkesin aÄŸzından farklı biçimde, hem de sürekli deÄŸiÅŸerek çıkınca çok komik diyaloglar (ya da diyalog amaçlı monologlar mı demeli) da yaÅŸanıyor tabiatıyla. “Teke tuma Sevgi hidik reptek kenoÅŸfeno?” gibi manasız cümleler okuru hem güldürüyor, hem de bir merak duygusuyla bulmaca çözme havasına sokuyor. Kitaptaki bu yeni dili kurarken nasıl bir yola baÅŸvurdunuz? Mesela grameri üzerinde çalıştınız mı? Sözcükleri nasıl yarattınız (ya da uydurdunuz mu demeli)?

 

Sanırım en doÄŸru tanım bu: Uydurmak. Çünkü kitabın ilk bölümlerinde yaptığım buydu. DeÄŸiÅŸen sözcükleri uydurdum. Kurgunun yapısı gereÄŸi bir gramer oluÅŸturup ona baÄŸlı kalmak mümkün olmadı. Çünkü “sözcük bozulmalarının” bir standardı yoktu. Kurguda ilerleyen zamanla birlikte bozulmalar artıyor, sonuçta sözler örneklediÄŸiniz gibi bir karmaÅŸaya dönüÅŸüyordu. Yani herkes kendi özel gramerini kullanarak konuÅŸmaya baÅŸlıyordu ki, özel bir gramer tasarlamak demek, aynı ÅŸeyi kitapta yer alan her karakter için tekrarlamak anlamına gelecekti. Buna girmedim. Ama bozulan sözcüklerin sesdeÅŸini kullanmaya da gayret ettim elimden geldiÄŸince.

 

Yine de kitabın son bölümünde, sözcük bozulmaları tekrarlanınca, anagramlardan faydalanarak mümkün mertebe çözülebilecek, hatta belki de grameri olan bir dili kullanmaya baÅŸladım ki, zaten Dedektif Bol Bel çözüme çok kısa sürede ulaÅŸtı ve çocuklara da “Ayna” ipucunu verdi. Ayrıntıya girmeyeceÄŸim. Kitabı okuyanlar veya okuyacak olanlar demek istediÄŸimi çok iyi anlayacaktır.

 

  • Kitabı okurken aslında bize çok sıradan gelen bir ÅŸeyin, anlamında ortaklaÅŸtığımız sözcüklerin ne kadar yaÅŸamsal bir rol oynadığını fark ediyoruz hayatımızda. Ama diÄŸer yandan insanlar bu imkânı yitirince alternatif iletiÅŸim yollarına baÅŸvuruyorlar, resim çizerek anlaÅŸmak gibi… Biraz hayal kuralım; romanda olduÄŸu gibi, insanlar bildiÄŸimiz anlamda sözcüklerle iletiÅŸim imkânını yitirseler nasıl bir tablo çıkardı ortaya? Siz kitabı yazarken eminim bu konuda bayağı düÅŸünmüÅŸsünüzdür. Bu konuyla ilgili kafanızda hangi düÅŸünceler, fanteziler canlandı?

 

Sözcük Korsanı’nda iletiÅŸimsizliÄŸin giderilmesi için resim çizmeyi seçiyor Dedektif Bol Bel. Çünkü fark ediyor ki, konuÅŸamama sorunu sözel hafızayı etkileyen bir ÅŸey. Görsel hafızanın iÅŸlevi devam ediyor. Yani bir anda kahramanlarımız ilkel zamanların iletiÅŸim yollarından olduÄŸu iddia edilen resim sanatıyla anlaÅŸmaya baÅŸlıyor. Bunu yapma nedenim, salt resim sanatına deÄŸil, uzun yıllar boyu küçümsenen, hatta zararlı ilan edilen çizgi romana da hak ettiÄŸi onuru naçizane vermekti. Dilerim baÅŸarmışımdır.

 

Soruya dönersek, sözcüklerin yitirilmesiyle oluÅŸacak iletiÅŸimsizliÄŸi gidermek için ben de ancak Bol Bel’in çözümünü uygulamaya koyardım diye düÅŸünüyorum. Yani meramımı çizgiyle anlatma yolunu seçerdim. Hele bir de elimizde Bol Bel’in sahip olduÄŸu gibi “Hayal Gücü Nesneleri” varsa, örneÄŸin “Babil Taşı”na sahipsek, baÅŸka alternatif yollar da deneyebilirdim. DiÄŸer türlü iletiÅŸimsizlik içinden çıkılmaz bir karmaÅŸaya sürüklerdi dünyayı. Günümüzde dünya halklarının yaÅŸadığı da (hem de bunca iletiÅŸim gereci olmasına karşın) aÅŸağı yukarı bu.

 

  • Sizin kaleminiz hep biraz fantastik olandan yana. Bu yönüyle fantastik olandan uzak durmaya çalışan yetiÅŸkinlere inat, fantaziyle gerçekliÄŸi aslında çok da iyi bir ÅŸekilde ayırt edebilen çocukluk dünyasına ayrı bir önem atfettiÄŸinizi söyleyebilir miyiz?

 

Fantastik ve bilim kurgu edebiyatının soru sormaktan asla vazgeçmeyen ve hayal gücünün kudretine inanan okurlar için en iyi sığınak olduÄŸunu düÅŸünüyorum. Bu inanış kiÅŸisel tarihim boyunca hep böyle olageldi.

 

Çocukluk yaÅŸlarımdan itibaren sorular soran biriydim ben: “Uzay sonsuz mu? Yıldızlarda ne var? Ay neden Dünya’ya düÅŸmüyor? Ölümün ötesine geçip geri gelmek mümkün mü? Bebekler anne karnına ne düÅŸünür? Kader nedir?” Bu ve bunlar gibi, bilimin veya genel kabulün kemikleÅŸmiÅŸ ve elastikiyetini yitirmiÅŸ anlayışında yanıtını bulamayacağım yüzlerce soru.

 

Ben kendi yanıtlarını üretmeyi seçenlerdenim. Yukarıdaki sorulara da, burada anmadıklarıma da kendi yanıtlarımı verdim. Çünkü insanlığa bahÅŸedilen en büyük nimete, yani düÅŸünme, karar verme ve en önemlisi hayal kurma yeteneÄŸine sahiptim. Aksini yapmayı (yani dikte edilenle yetinip sorgulamamayı) kendime ihanet olarak gördüm. Hâlâ da aynı görüÅŸteyim.

 

Demem o ki, ÖBÇOK cezası alanlardan biriyim ben de Bol Bel gibi (Kitabı okuyanlar demek istediÄŸimi anlayacaktır). Yani bir yanımla hep çocuk kaldım. Çocuklar için yazarken kendimi eÄŸlendiriyorum aslında. Yazdıklarımdan çocuklar ve çocuklar kadar ÖBÇOK cezası alan diÄŸer yetiÅŸkinler de dilediÄŸim hazzı alıyorsa (ki öyle olduÄŸunu umuyorum) amacıma ulaşıyorum demektir.

 

Yanisi, sadece çocuklara deÄŸil, yazının keÅŸfedilmemiÅŸ topraklarında çocuklaÅŸmayı seçen bütün okurlarıma önem atfediyorum.

 

  • Dedektif Bol Bel “BAÇYOF”dan, yani “Bırak Artık ÇocukluÄŸu, YetiÅŸkin Ol Fakültesi”nden mezun olamamış biri. Sonunda da “ÖBÇOK” cezası, yani “Ömür Boyu Çocuk Olarak Kalma” cezası almış. Karşımızda “yetiÅŸkin” kliÅŸelerine boyun eÄŸmeyen bir karakter var. Karakterin bu özelliÄŸi belki de en çok altı çizilen nokta. Bu konuya özellikle eÄŸilmenizin sebebi nedir?

 

Yanıtladığım diÄŸer sorularda da deÄŸindiÄŸim gibi, ana derdim sevgisizlik ve iletiÅŸimsizlik. Kırk yıla merdiven dayayan yaÅŸamımda en çok gözlemlediÄŸim ÅŸey, yetiÅŸkinlerin çocukluÄŸa da, çocuksu ÅŸeylere de bir çeÅŸit kabahat gibi yaklaÅŸmasıydı: “Çizgi roman, bilim kurgu ve fantastik kitaplar okuyacağına adam gibi bir ÅŸeyler oku! Hayal kurma! DüÅŸünme! Gülme! Jandarma!”

 

Bu toprakların genel sorunu mudur, evrensel bir tavır mıdır bilmem, ama çocuklar çocukluÄŸunu yaÅŸamaya teÅŸvik edilmiyor, yetiÅŸkinliÄŸe zorlanıyor genellikle. Zamanın geçtiÄŸinin, kimsenin çocuk olarak kalmayacağının farkındayım, ama diliyorum ki, hiç deÄŸilse o kısıtlı zaman süresi boyunca çocuklar çocukluÄŸun hazzını alabilsin. Oyun oynasınlar, hayal kursunlar, dilediklerini okusunlar… Sizin kurallarınızla belli oranlarda biçimlenecekleri muhakkak, ama insan denen organizma sadece dikte edilenlerle ÅŸekillenmiyor. Ä°nsanı insan kılan “verilenler” kadar “alınanlar” da. Dolayısıyla, çocuÄŸun karakterini, beÄŸenilerini, isteklerini, çocuksu arzularını görmezden gelip onu erkenden yetiÅŸkin olmaya zorladığınızda, geriye “yaÅŸanmayan ÅŸeyler” kalıyor. Özellikle “ÅŸeyler” diyorum, çünkü içine saflıkla eÅŸ deÄŸer bir yığın olguyu almaya mukadder bir tanım bu.

 

Bunca yıl boyunca “bir an önce yetiÅŸkin olalım, hadi, hep birlikte” diyen bu kiÅŸilerle çok karşılaÅŸtım ben. Tavırlarının her ÅŸeyden öte bencilce olduÄŸunu düÅŸünüyorum. Bol Bel’de konunun altının bu denli kalın çizilmesinin nedeni budur.

 

  • Dedektif  Bol Bel karakteri, çocuklarla oyun oynayan, onlarla ÅŸakalaÅŸan, konuÅŸan bir yetiÅŸkin. Mesela sokakta çocuk görünce onlarla hemen koÅŸu yarışı yapıyor ve çocuklar üzülmesin diye bile bile yeniliyor. Böyle insanlara yetiÅŸkinler biraz “yarım akıllı” gözüyle bakar. Dedektif Bol Bel karakterini oluÅŸtururken örnek aldığınız biri ya da birileri oldu mu?

 

Kocaman bir gülücük atıyorum burada size. Çünkü Dedektif Bol Bel biraz benim, biraz eÅŸim Anita, biraz kardeÅŸlerim Belgin, Nilgün ve Bilgün (isimlerdeki kafiyelere bakarsanız biraz da annemle babam), biraz Mavisel Yener, biraz Aytül Akal, biraz ÇiÄŸdem GündeÅŸ, biraz Ä°lke Aykanat Çam, bu kitabı bu kadar derinlikli okuduÄŸunuza göre biraz da sizsiniz kuÅŸkusuz… Ve tabii yetiÅŸkinlerin genellikle acımasız kurallarla çevrelenmiÅŸ dünyasında “yarım akıllı” kalmanın bir çeÅŸit erdem olduÄŸunu fark eden herkes.

 

Çünkü çocuÄŸu yetiÅŸkin olmaya iteklemeyen, onlarla oynayabilen, sevgisini sunmaktan çekinmeyen kiÅŸileriz biz. Bunun en belirgin göstergesi yazıyla ortak bağımız olduÄŸu kadar, biraz da çocuk kalmamız sanırım.

 

Umarım anlatabilmişimdir.

 

  • Biraz ipucu vermek gibi olacak ama romanın sonunda annesinin kendisiyle konuÅŸması, iletiÅŸim kurması, elindeki telefonu bırakıp biraz olsun kendisiyle ilgilenmesi için iÅŸi bir bilgisayar programı yazmaya vardıran bir çocuk kahraman çıkıyor karşımıza. Bu kahramanın durumunu pek çok çocuÄŸun yaÅŸadığını düÅŸünürsek, sizce yetiÅŸkinlerin yaptığı hata nedir? Bu durumu etrafınızda da gözlemlediniz mi?

 

Aslında ipucu vermediniz, çünkü kitap o kahramandan sonra daha da içinden çıkılmaz bir hal alıyor.

 

Ve evet, çocuÄŸu bir çeÅŸit süs eÅŸyası gibi bir köÅŸede bırakan, yaÅŸamsal gereksinimlerini karşılasa da sevgi ve ilgi göstermekten uzak duran onlarca yetiÅŸkin tanıdım, tanıyorum. Åžükür ki öyle bir ailede büyümedim ben. Özellikle annem, seksenlerdeki buhranlı dönemlerin de neden olduÄŸu maddi güçlüklere karşın benimle de üç kız kardeÅŸimle de ilgilenmeyi baÅŸardı. Beni önceleri çizmeye, sonraları da yazmaya yönlendiren gizli kahramandır kendisi (Åžimdi aynı misyonu eÅŸim üstlendiÄŸine göre, Tanrı’nın sevgili kullarındanım demek ki). Babamın eve taşıdığı renkli çocuk dergilerinin de ÅŸu andaki kiÅŸi olmamda etkisini gözardı edemem.

 

Bu ilginin zerresini tatmayan, ebeveynlerinden ilgi, sevgi görmeden büyüyen çocuklar var ne yazık ki. EÄŸitim kalitesi arttıkça üstesinden gelinen bir sorunsa da bu, varoÅŸlarda ve kırsal kesimde her zamanki canlılığıyla insanlığı zehirlemeye devam ettiÄŸi de bir gerçek. Ve bana kalırsa yetiÅŸkinler sevgi gösterme kabiliyetine sahip olduÄŸu anda üstesinden gelinecek bir sorun da aynı zamanda. Ama katedilecek epeyce yol var daha.

 

  • Gizemli Åžeyler Dedektifi Bol Bel’in Ä°nanılmaz Serüvenleri yetiÅŸkin/çocuk iletiÅŸimi üzerine kurulan bir öykü.  Günümüzde bu iliÅŸkinin geldiÄŸi nokta hakkında ne düÅŸünüyorsunuz? Yoksa yetiÅŸkinlerle çocuklar arasında birbirini anlama konusunda hep mi bir eksiklik vardı?

 

Bir önceki soruya çocukluÄŸumdan örnekler vermemin bir nedeni de bu yanıta zemin hazırlamaktı aslında. Aynı çizgide yürüyebilirim sanırım.

 

Askeri darbe öncesi ve sonrasında geçen, yetiÅŸkinliÄŸin de çocukluÄŸun da zor olduÄŸu dönemlerden söz ediyorum. En önemlisi, umudun pek az göründüÄŸü dönemlerden. Benim kiÅŸiliÄŸim oralarda ÅŸekillendi, kiÅŸisel tarihim oradaki olaylardan beslendi ve insanlığın hemen her haline (düÅŸkünlüÄŸüne ve sefaletine de, onuruna ve direniÅŸine de) tanık oldum. Ne yazık ki, söz ettiÄŸimiz iletiÅŸim eksiliÄŸine de.

 

KiÅŸisel düÅŸüncem, insanlık tarihinin bir iletiÅŸimsizlik yumağı olduÄŸu yönünde. Aksi halde binlerce yıla yayılan savaÅŸlar da, katliamlar da, hak gaspetmeler de, ikiyüzlülük de, nankörlük de, kalleÅŸlik de bu oranlarda yerküreye hâkim olmazdı.

 

Ä°nsan karşısındaki kiÅŸiye dönüÅŸebilmeli. O olabilmeli. ÇektiÄŸi acıyı, taşıdığı hüznü, yaÅŸadığı dramı anlayabilmeli. Hiç deÄŸilse anlamayı deneyebilmeli. Yani, Fransızların harika sözcüÄŸünün anlamına eriÅŸip empati yapabilmeli. Sadece bu çaba bile olumlu deÄŸiÅŸimlere sebep olabilir diye umuyorum.

 

  • Sizi aslında yetiÅŸkinler için yazdığınız kitaplardan da tanıyoruz. ÖrneÄŸin Mesih’in Klonu sizin ilgiyle karşılanan kitaplarınızdan biriydi. Bu anlamda zihninizi farklı yazma biçimlerine sıçratmak zor olmuyor mu? Dedektif Bol Bel’i yazanla Mesih’in Klonu‘nu yazan AÅŸkın Güngör arasındaki fark nedir?

 

Sadece o kadar da deÄŸil aslında, bir de söz ettiÄŸiniz bu kitapları aynı zaman sürecinde yazıyorum ki, duyanları ÅŸaÅŸkınlığa düÅŸüren bu oluyor genellikle. Yanisi ÅŸu: Bilgisayarımda yazılmakta olan dosyalar bir arada duruyor: Mesih’in Klonu, Bol Bel, Kayıp Ruhlar Kulübü, Gohor, Olasılık Mezarlığı vs. O günkü ruh halim hangisine uygunsa, dosyayı açıyor, son yazdığım paragraflara göz atıyor, kurgunun zihnimdeki parçalarını yokluyor ve yazmaya baÅŸlıyorum. Kimi zaman aylarca tek satır yazmadığım bir roman sanki dün elimden bırakmışım gibi sayfalara akmaya koyuluyor.

 

Ä°ÅŸin aslı, hep olagelen yazma tarzım buydu ve baÅŸkaları bu denli tuhaf bulana dek bunun son derece olaÄŸan olduÄŸunu düÅŸünüyordum, ama öyle deÄŸilmiÅŸ. Pek çok meslektaşım bir romanın son noktasını koymadan diÄŸerine baÅŸlamıyormuÅŸ. Bende sistem öyle iÅŸlemiyor. Tarif etmek güç: Kurguya kattığım her karakter doÄŸal ki önce zihnimde doÄŸuyor. Sonra da baskı yapmaya baÅŸlıyorlar: “Hadi, beni de yaz! Hadi!” Farklı kurgular arasında gezme kabiliyetimi (tabii bir kabiliyetse bu) zihnimdeki o sese boyun eÄŸmeye borçluyum anlayacağınız. Karşı koymak yerine, onu anlatmayı seçiyorum, olan ÅŸey bu.

 

YetiÅŸkinlere yazanla çocuklara yazan AÅŸkın Güngör arasında çok da fazla fark olduÄŸunu sanmıyorum. Biraz kurgudaki araçlar, eylemler, diyaloglar deÄŸiÅŸiyor belki, ama özde olan aynıdır hep: Çocuk kalan bir yetiÅŸkinin zihninden çıkardığı imgeleri gerçeÄŸin sosuna batırarak okuruna sunması. Biraz da o nedenle olsa gerek, çocuk romanlarımı da yetiÅŸkinlerin keyif alabileceÄŸi gizli katmanlarla bezemeyi seviyorum.

 

  • Pek çok alanda eser veren biri olarak çocuklar için yazmanın en güzel tarafı ne sizce?

 

Çocuklara yazmanın en güzel tarafı, çocuklaÅŸmanızı baÅŸkalarının yadırgamaması ve hayal gücünü olabilecek en uç noktalarda kullanabilmenizdir bana kalırsa. Bol Bel’de de, diÄŸer çocuk romanlarımda da yaptığım buydu. DiÄŸer çocuk edebiyatı yazarlarına da sesleneyim buradan: Bu yaklaşımın hiçbir zararını görmedim bugüne dek, size de öneririm. Ha, bir de lütfen, “Babacığım, anneciÄŸim, bu kahvaltı sofrasını emeklerinizle ne güzel donattınız bizim için. Åžu beyaz peynirin masamıza gelmesini saÄŸlayan çiftçi amca için bir dakikalık saygı duruÅŸuna davet ediyorum sizi. Sizlerin varlığı bizi ziyadesiyle onurlandırıyor,” türünden acayip sözler söyleyen karton çocuk karakterler yazmayın ne olursunuz. Ben bunca yıllık hayatımda böyle konuÅŸan bir çocukla tanışmadım (Tanrı’ya ÅŸükür). Dilerim asla da tanışmam.

 

  • Son olarak, Dedektif Bol Bel’in yeni maceraları olacak mı? Bundan sonraki çalışmalarınız neler olacak?

 

Dedektif Bol Bel’in ikinci serüveni Dr. Otukuru’nun Işınlama Makinesi adını taşıyor ve yazımı bitmek üzere. Yakında dizinin editörü Mavisel Yener’in yetenekli ellerine teslim edilecek. Üçüncü kitabın Deliren Åžehir, dördüncü kitabın da Zaman Mekân Makinesi olmasını tasarlıyorum. Ama zihnimdeki baÅŸka bir öykü öne çıkar da bu sıralama deÄŸiÅŸir mi bilmem.

 

Yanı sıra, BU Yayınevi’nce ilk kitabı Ruhlar Kayboluyor yayınlanan Kayıp Ruhlar Kulübü’nün devam kitabına, Gohor Cam Kent ile Gohor Kurtlar Yolu’nun tekrar baskılarının ardından okura sunulması planlanan Gohor Cin Saldırısı’nın yazımına devam ediyorum. YetiÅŸkinler için kaleme aldığım, gizemlerle örülü bir roman olan Olasılık Mezarlığı da 2012’de okurla buluÅŸabilmesi için yazmaya gayret ettiÄŸim kitaplardan biri.

 

Ayrıca Mesih’in Klonu, OlaÄŸan Mucizeler, Geceyle Gelen, Sevgili Salak ve Aykolik gibi daha önce yayınlanan kitaplarıma da yeni yayıncılar arıyor, bu süreçte gözüme çarpan yerlere kurgusal müdahalelerde bulunuyorum.

 

Son olarak, bu nitelikli sorular için size çok ama çok teÅŸekkür ediyorum.

 

İyi Kitap, Aralık 2011, Sayı 34

bottom of page