top of page
Kültürel Güncel SöyleÅŸisi / 21 Kasım 2010

Fantastik ve Bilim Kurgu Edebiyatı yazarı AÅŸkın Güngör’le röportaj yaptım… AÅŸkın Güngör çok yönlü bir sanatçı… Yalnızca bu iki dalda eserler vermiyor, farklı konularda da yazılar, ÅŸiirler kaleme alıyor; birçok konuda görüÅŸlerine baÅŸvuruluyor. Kendisine yoÄŸun iÅŸ temposu arasında sorularıma yanıt verdiÄŸi için sonsuz teÅŸekkürler…

 

  • Kültürel Güncel: Öncelikle yaÅŸantınızdan biraz bahsedebilir misiniz?

 

AÅŸkın Güngör: Bir söz vardır, pek severim: “Bir gün kırk sekiz saat olsa. Sekiz saat çalışsak, kırk saat uyusak.” Bu örnektekinin aksine, uykuyla arası olan bir adam deÄŸilim ben. O nedenle, “Kırk saat çalışsak, sekiz saat uyusak,” olurdu bu sözün bendeki karşılığı. Anlayacağınız, yazıyla haşır neÅŸir olan pek çok kiÅŸi gibi, zaman konusunda sıkıntı çektiÄŸim söylenebilir.

 

Crea Kitap’ın Yayın Danışmanı ve Editörü, Astrea Kitap’ın Yayın Danışmanı ve Editörü, BU Yayınevi’nin Görsel Yönetmeni ve Editörüyüm. Bu uÄŸraÅŸlar tek başına bile ciddi zaman gerektirirken, üç farklı yayınevine, hem de farklı branÅŸlarda destek vermek zaman fakiri olmama yol açıyor desem yeridir. Buna bir de kendi kurgularımı yazmam gereken zamanı eklerseniz durumun vehameti ortaya çıkar sanıyorum.

 

Serbest zamanlı çalışıyor, buna karşın disiplinli hareket etmeye çabalıyorum. Aksi halde zaman yaÄŸ gibi, ellerinizin arasından akıveriyor, üstüne bassanız kayıyorsunuz.

 

Sabah dokuzda iÅŸe baÅŸlarım ben. Editasyon, kapak tasarımı ya da görsel yönetim, sıradaki hangi iÅŸse, kolları sıvar ona giriÅŸirim. Ä°ÅŸin durumuna göre 13.00 15.00, ya da 15.00 17.00 arası iki saatlik bir mola veririm kendime. Sonra da akÅŸam 20.30’a dek yeniden iÅŸe koyulurum. 20.30 24.00 arası eÅŸim Anita’yla tükettiÄŸimiz zamandır. 24.00’dan sonra kendi kurgularımı yazmaya gelir sıra. Ne var ki son bir yıldır bu özel yazma zamanımı da editasyona ayırmak durumunda kalıyorum. YetiÅŸmek mümkün olmuyor diÄŸer türlü.

 

Asla vazgeçemediÄŸim okuma hobisini de yataÄŸa uzandıktan sonra yapabiliyorum. Anlayacağınız, uykunun gözlerime çöküÅŸü sabah ezanına doÄŸru olabiliyor. Üç ya da dört saatlik uyku sonrası yeni bir güne daha merhaba diyorum.

 

Tüm bu yazı ve tasarım temposunun dışında kalan zaman hafta sonlarıdır benim için. Evdeysek, eÅŸimle bir ya da iki DVD film seyretmeyi, kitap okumayı, ya da dostlarla toplanıp hoÅŸça zaman geçirmeyi seviyorum.

 

  • K.G: Türkiye ÅŸartlarında yazar, çizer –hatta konuyu daha da geniÅŸletirsek sanatçı olmak nasıl bir ÅŸey? (Halkın size bakış açısı, karşılaÅŸtığınız güçlükler, bu konumun saÄŸladığı yararlar vs.)

 

A.G: Mesih’in Klonu adlı romanım için üstad Giovanni Scognamillo ÅŸöyle demiÅŸti: “Romanınız baÅŸka bir ülkede çıkmış olsaydı dolar veya avro milyoneri olurdunuz.” Sanırım sadece bu yorum bile Türkiye’de yazar olmanın sonucu konusunda az çok fikir verecektir (ki ben sanatkardan çok kendimi yazar olarak niteleyebileceÄŸim için sorunuza bu minvalde yanıt vereceÄŸim).

 

Halkımızın büyük kısmı hayata dair pek çok alanda olduÄŸu gibi yazarlık mevzubahis olduÄŸunda da ikiyüzlü bir yaklaşım sergiler maalesef. Sizi alkışlayıp “Bravo!” diyenler evine girip de kapısını kapadığında oÄŸluna (kızına, kardeÅŸine), “Deli misin? Yazar olup da açlıktan sürünecek misin?” diyerek set çeker. Çünkü bilinen bir gerçektir ki, Türkiye’deki çok ÅŸanslı (hayır, çok yetenekli deÄŸil, çok ÅŸanslı) olanlar dışında yazarlık yaparak karnını doyurabilen yoktur. Yani, “Yazar olacağım, kitabım çok satacak, köÅŸeyi döneceÄŸim,” diye hayal eden yazar adaylarına ÅŸunu önereyim izninizle: Sayısal Loto oynasınlar. Sayısal Loto’da büyük ikramiyeyi kazanma olasılığı yazarlıktan çok para kazanma olasılığından yüksektir.

 

Madem yazarlık para kazandırmıyor, yakınlarını yazarlık konusunda uyaranları neden ikiyüzlülükle suçluyorum, deÄŸil mi? Açıklayayım: Yazarlığın bu memlekette deÄŸerli bir meslek olamamasının önünde halkın o kesimi duruyor çünkü. Evet, o kesim. Okumak yerine izlemeyi, yaratıcı güce saygı göstermek yerine küçümsemeyi tercih edenler; dahası, bunu maharet sayanlar.

 

Ancak bir de ciddi bir okur kitlesi var ki, haklarını ödeyebilmek mümkün deÄŸil. Yazar için önemli olan, o ciddi okur kitlesinden birkaç kiÅŸiye olsun ulaÅŸabilmektir zaten. En azından benim adıma geçerli olan bu.

 

  • K.G: Yazarak nefes alıp verdiÄŸinizi iddia ediyorsunuz. Bu söyleminizi biraz daha açabilir misiniz?

 

A.G: Ä°lk soruya verdiÄŸim yanıt az çok fikir vermiÅŸtir sanıyorum, ama bir de “nokta atışı” yapayım madem: Yazmak benim için tamamlanmak gibi. Zihnimde birikenleri yazıya dönüÅŸtürmedikçe rahatlayamıyorum. Yazmak rahatlamamı, arınmamı, yenilenmemi saÄŸlıyor. Yazmadığım, yazıdan uzak kaldığım süre uzadıkça içimde bir “yük” birikiyor; ağırlaşıyorum, köhneleÅŸiyorum, eskiyorum. Nasıl ki her nefes bizi yeniliyor, yazmak da benim için aynı anlamı taşımakta. “Yazarak nefes alıp vermek” sözünün anlamı bu.

 

  • K.G: Yanılmıyorsam birkaç roman taslağını beraber yürütüyorsunuz. Bu konuda zorlanmıyor musunuz? Yani ne bileyim, konular, karakterler karışmıyor mu?

 

A.G: Yazarların zihninde birden fazla diyar vardır. Diyarlardan birindeki öyküyü anlatıyorsanız, diÄŸer diyarın öyküsü arka planda zaten kendini yazmaktadır. O arka plandaki öykü öne çıkmaz, kendini pek göstermez, ama yazar günlük bir iÅŸle meÅŸgulken (örneÄŸin, otobüsle bir yerden bir yere giderken, gazete okurken, uyumaya hazırlanırken) palazlanıverir. “Beni de yazmalısın,” der; “Hadi, neden hâlâ beni anlatmaya baÅŸlamadın,” diye dayılanır.

 

Ben o palazlanma, dayılanma anlarına karşı koyamam. BaÅŸka yazarlar diÄŸer öykünün arka planda semirmesini sabırla bekleyebilir, ben bekleyemem. O öykünün karakterleri bana küsecek, geriye kaçacak, sonra da açığa çıkmayacak diye korkarım. Anlayacağınız, benimki olması gereken deÄŸildir. Yani birden fazla kurguyu eÅŸ zamanlı ilerletmeyi baÅŸkalarına önermem.

 

Ben böyle bir yazma disiplininden ÅŸikayetçi miyim peki? Hayır. Çünkü bu ÅŸekilde yazarken zorlanmıyorum, ya da karakterleri karıştırmıyor, onları “biri” iken “baÅŸka biri” haline getirmiyorum. Yukarıda da belirtmeye çalıştığım gibi, farklı kurguları bir arada yazmak deÄŸil, yazmamak zorluyor beni. Çünkü palazlanan o karakter ait olmadığı öyküye o zaman sızmaya çalışıyor; bir an önce yazılabilmek için yer almaması gereken öyküye sızmayı deniyor.

 

Bu “eÅŸ zamanlı yazma” hadisesi de yanlış anlaşılmasın yalnız. Ekranıma iki Word sayfası açıp bir cümle birine bir cümle diÄŸerine yazmaktan söz etmiyorum, durum öyle deÄŸil elbette. Kimi gün Gohor’un ruhuna konuk oluyor, takip eden günlerde de onu yazıyorum. Derken baÅŸka bir kurgu karakter sızıyor zihnime, Gohor’u kenara bırakıyor, o diÄŸer kahramanın öyküsünü anlatıyorum, durum kısaca bu.

 

  • K.G: Küçükken tam bir kitap kurduymuÅŸsunuz. O zamanlar kitaplara ayırdığınız zamanı ÅŸimdilerde ayırabiliyor musunuz? Yoksa yazarlığınız, okurluÄŸunuzdan daha mı ön plana çıktı?

 

A.G: KeÅŸke. Yani, keÅŸke yazarlığımı ön plana çıkarabilseydim. Ancak benim için son zamanlarda ön plana çıkan ne yazarlık, ne de okurluk; ön planda olan editörlük.

 

Yine de okumaktan kopmak diye bir ÅŸey söz konusu deÄŸil tabii. Hâlâ iyi bir okurum. Üstelik sadece yazmayı sevdiÄŸim gibi fantastik ya da bilim kurgu deÄŸil, içinde iyi edebiyat olan her türlü kitabı okurum. Sadece, okumaya ayırdığım zaman eskisi kadar fazla deÄŸil artık. Ve editörlüÄŸün lanetidir: Artık hiçbir kitap benim için kusursuz deÄŸil. En acı olan da bu maalesef.

 

  • K.G: Birçokları sizin hakkınızda ‘‘yerli Dan Brown’’ diyor. Peki siz bu benzetme hakkında ne düÅŸünüyorsunuz?

 

A.G: Bu benzetme Mesih’in Klonu adlı kitabımdan sonra üstad Giovanni Scognamillo tarafımdan yapılmıştı. Birkaç kitap sitesinde de benzer kanıda olan okur yorumlarına rastgeldim.

 

Ukalalık yapmayacağım. Yani, “Dan Brown bir çoksatılan yazarı, edebi deÄŸeri yok, ona benzetilmek bana hakarettir,” gibi kelamlar duyamazsınız benden. HoÅŸ, duymayı beklediÄŸinizi de sanmıyorum. Ama bu benzetmeye itirazım var gene de.

 

Dan Brown’ın tarzına yakın durduÄŸum tek kurgum var: Mesih’in Klonu. Brown, Da Vinci Åžifresi’nde Hıristiyan teolojisine göre Hz. Ä°sa’yı iÅŸlerken, ben benzer ÅŸeyi Ä°slamiyet teolojisinden yola çıkarak yaptım. Sonuçta bambaÅŸka ÅŸeylerden söz ettik tabii, o ayrı, ama kurgudaki gizem, alternatif tarih yaklaşımımız, olaylara bakışımız benzer bulunmuÅŸ olacak ki böyle bir çıkarsama yapıldı.

 

Ä°tirazımsa ÅŸu: Özellikle Melekler ve Åžeytanlar’ını büyük hayranlıkla okuduÄŸum Dan Brown (ki okuduÄŸum ilk kitabıydı), bir adım dışına çıkmadığı bir iskeleti kullanıyor her kurgusunda. 1-Okurun ilgisine yönelik hareketli bir sahneyle (tercihen cinayet) kurgu açılır. 2-BaÅŸkahraman mutlaka bir konunun uzmanıdır ve kurguya hiç istemeden dahil olur. 3-Bilmeceler sorulur, cevaplanır, sorulur, cevaplanır ve bu soru cevap gelgitleri tarihin az bilinen ya da yanlış bilinen gerçeklerinin açıklanması içindir. 4-Åžüpheler bir kiÅŸinin üzerine yönlendirilir. Okurun “Kötü adam kesinlikle bu” demesi saÄŸlanır. 5-Ön plandaki kötü adam (tercihan tetikçi) bir konunun (din, bilim vb.) fanatiÄŸi bir meczup ve tabii ki maÅŸadır. 6-BaÅŸkahramanla duygusal yakınlık kuracak bir kadın kurguya mutlaka bir yerinden girer. 7-Ve final: Asıl kötü adam (mutlaka ama mutlaka) en hesapta olmayan kiÅŸidir. Yani bunun “sürpriz finalli”, “okuru ters köÅŸeye yatıran” bir son olması planlanmıştır.

 

Peki bu iskelet bir (bilemediniz iki) kitapla çözüldükten sonra, Dan Brown’un diÄŸer kitaplarında da aynı iskeleti kullanmakta ısrar etmesi doÄŸru mu? Bence deÄŸil. Çünkü okur olarak ben Dan Brown’ın en hesapta olmayan kiÅŸiyi kötü adam ilan edeceÄŸini biliyorum ve ÅŸüphe oklarımı kitabın daha yüzde yirmi beÅŸi bitmeden o masum görünen kiÅŸiye yönlendiriyorum. Artık o kitabın benim adıma yazarın arzu ettiÄŸi sürpriz finalle bitmesi mümkün deÄŸil, çünkü ÅŸifreyi çözdüm. Nitekim, Brown’ın inatla aynı iskeleti kullanarak yazdığı Son Sembol benim için tamamen bu nedenle hezimet olmaktan öteye gidemedi.

 

Demem o ki, bir kitapla Dan Brown’a benzetilmek tamam da, onun tercih ettiÄŸi kurgusal iskeleti reddeden bir yazar olarak “Dan Brownvari” olmayı kabullenmem mümkün deÄŸil. Kitaplarımın tümünü okuyan okurların da aynı görüÅŸte olacağını sanıyorum. ÖrneÄŸin, Gohor Kıyametten Sonra’nın

 

Mesih’in Klonu’yla kurgusal ya da biçimsel hiçbir benzerliÄŸi yoktur; ya da Sevgili Salak’la OlaÄŸan Mucizeler arasında tek benzer yan bulamazsınız. Yani ben, Brown’ın aksine, “tahmin edilebilir” bir kurgu yazmayı reddediyorum. Kısmet olur da sona yaklaÅŸan Olasılık Mezarlığı’nı bitirirsem, yine önceki kurgularımla iliÅŸkisi olmayan bir kitap yazdığımı göreceÄŸinizi sanıyorum.

 

  • K.G: BeÄŸendiÄŸiniz yerli/yabancı yazarlar kimlerdir?

 

A.G: Ä°lk önce ve kesinlikle Franz Kafka. Sonra Gabriel Garcia Marquez, Jose Mauro de Vasconcelos, Michael Ende, Stephen King, Dean Koontz, Jules Verne, J.R.R. Tolkien, Flannery O’Connor, Thomas Thompson, Isaac Asimov ve buraya sığdıramayacağım daha pek çok isim.

 

Belli baÅŸlı, hemen hepimizin adını bildiÄŸi klasik Türk yazarların tamamına yakınını büyük keyifle okusam da, Halide Edip Adıvar’ın edebi gücüne saygı duyduÄŸumu söylemeden geçemeyeceÄŸim. Yanı sıra, Åžebnem PiÅŸkin, Ümit Ä°hsan, Erdinç Yapan, Burak Eldem, Akın BaÅŸal, Bülent Sabırlı, Metal Fırtına dizisi haricinde yazdıklarıyla Orkun Uçar keyifle okuduÄŸum yazarlar arasında.

 

  • K.G: DüÅŸler Diyarı’nda yaÅŸamın her alanını nasıl olup da harmanladığınıza iliÅŸkin bir soruya ‘‘…çok düÅŸünmekten ve yeni bir dünya tasarlama arzusundan kaynaklanmış olabilir’’ ÅŸeklinde cevap vermiÅŸsiniz. Tabii ki söz konusu kavram mecazi. Ama eÄŸer gerçekten yeni bir dünya meydana getirmek elinizde olsaydı neleri deÄŸiÅŸtirmek isterdiniz?

 

A.G: Böylesi derin bir soruya uzun bir yanıt gerekir belki, ama ben, “Hemen her sorunun nedeni olarak gördüÄŸüm öfkeyi dindirebilmeyi dilerdim,” demekle yetineceÄŸim. Öfkeden arınan dünyada ikiyüzlülük de, savaÅŸ da, dedikodu da, ihanet de ortadan kalkardı bana kalırsa.

 

  • K.G: Ä°lk kitabınız (Ben Bir Kediyim 1993) yayınlandığındaki AÅŸkın Güngör ile ÅŸimdiki AÅŸkın Güngör’ü kıyaslarsanız ne gibi sonuçlara ulaşırsınız?

 

A.G: 1993 yılının AÅŸkın Güngör’ü bir yazı acemisiydi. Åžimdiki editör AÅŸkın Güngör’ün asla yayın onayı vermeyeceÄŸi öyküler, ÅŸiirler yazıyordu. Arada iyi ÅŸeyler de yazıyordu, hakkını yemeyeyim, ama her yazdığının benzersiz olduÄŸunu sanmak gibi bir yanılgısı vardı. Söz konusu zamanlar arasındaki AÅŸkın Güngör’ler arasında en deÄŸilmeyen ÅŸey, ikisinin de yazı âşığı olması. 1993’ün AÅŸkın Güngör’ü yazıyı daha “temiz” bir ÅŸey sanıyordu bir de, bugünün AÅŸkın Güngör’ü yazıdaki kiri temizleyenin “editör” olduÄŸunun bilincinde.

 

  • K.G: Yazar olmak isteyen gençlere herhangi bir tavsiyeniz var mı?

 

A.G: VerebileceÄŸim en hayati tavsiye okumaları olur. Bol bol okumaları. “Okumayı sevmiyorum ama bir kitap yazmaya hazırlanıyorum,” diyenlere gülüyorum ben. Hiç uÄŸraÅŸmasınlar. Ne benim, ne okurların, ne de kendilerinin deÄŸerli zamanlarını boÅŸa harcasınlar. Yazmanın ilk ve en önemli adımı okumaktır, bunun lamı cimi yok. Okumak zihni bileyecek, cümlenin benlikle bütünleÅŸmesini saÄŸlayacaktır; saÄŸlam kurgu ancak böyle bir temekin üzerine kurulabilir.

 

Yazar adayımız çok okuyor diyelim, güzel, peki okuduÄŸu ÅŸeyler gibi mi yazmalı illaki? Yani, bu aralar adı Edward olan bir vampirin Londra’da geçen maceraları çok satılıyor, yazar adayımız da bu tip kitapları okumayı çok seviyorsa, yaÅŸadığı sokaklar yerine Londra’nın öyküsünü anlatmaya, kahramanını da Ahmet, Mehmet, Hakan, Kenan yapmak yerine Edward, Tom, Rupert yapmaya mecbur mu? Hayır, kurgu o diyarları anlatmayı zorunlu kılıyorsa yapsınlar, itirazım yok; kahramanın mutlaka yabancı uyruklu olması gerekiyorsa onu da yapsınlar, eyvallah, ama bunları sadece özenti nedeniyle kullanmasınlar. Komik kaçıyorlar, ciddiye alınmıyorlar, gülünüp geçiliyorlar. Gene vampir öyküsü anlatsınlar, kim ne diyebilir? Ama o vampiri kendi yaÅŸadıkları sokaklara taşır, arka plana da Türk motiflerini koyarlarsa özgünlüÄŸe doÄŸru yol alabilirler. Gerisi (maalesef) kendini tatminden öteye geçmeyecektir.

 

  • K.G: Son olarak eklemek isteyeceÄŸiniz bir ÅŸey?

 

A.G: Son olarak size teÅŸekkür edeceÄŸim. SeçtiÄŸiniz sorular konuya hazırlandığınızı, donanımlı yaklaÅŸtığınızı ortaya koydu. Bu yaklaşımınız, iÅŸinize yaklaşımınızdaki ciddiyetiniz ve tabii sorularınızın kalitesi beni bu cevapları vermeye iten en önemli etkendir. Yolunuzun açık olmasını diliyorum.

 

  • K.G: VerdiÄŸiniz samimi cevaplardan dolayı size çok teÅŸekkür eder, sevinç ve baÅŸarı dolu bir hayat dilerim. Yeni kitabınız Olasılık Mezarlığı’nın çıkmasını da merakla bekleyeceÄŸim…

 

Kültürel Güncel, Mustafa Men, 21 Kasım 2010

bottom of page