top of page
Lagari Bilimkurgu Söyleşisi / Mehmet Fatih Balkı / 2019
  • Öncelikle merhabalar, ben Mehmet Fatih. Röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederim. Röportaja sizi tanıyarak başlamak sanırım en iyisi olacak. Aşkın Güngör kimdir? Bilimkurgu ve Fantastik edebiyat ile nasıl tanıştı? Okurluktan yazarlığa nasıl geçiş yaptınız?

 

Merhaba sevgili Mehmet Fatih. Daha önceki röportajlarımda da değindiğim birkaç örnekle söz edeceğim kendimden izninle: 1972 Haziranında İstanbul’da doğdum. Kendimi bildim bileli el sanatlarında mahirdim ya da hadi ukalalık diye algılanmasın diye “elim iş tutardı” diyeyim. Henüz okuma yazma bilmeyen bir çocukken resimlerle kendimi anlatmaya bayılırdım. “Bayılırmışım” demeliyim belki, çünkü bundan sonra aktaracaklarım başta anneannem olmak üzere ebeveynlerim tarafından bana aktarılanlar: Yaşım üç ila dörtmüş. Bir kâğıda, misal, uçak çizer, sonra da o uçak ve içindeki yolcuların başından geçenleri anlatırmışım uzun uzun. Ne hikmetse hep şimdi “fantastik” diyebileceğim öyküler olurmuş bunlar ya da belki de doğal olan buydu, bilemiyorum, çocukların düş gücü sınırsızdır kabul edersiniz ki. Uçak aslında uçakmış da gene de değilmiş; doğurabiliyor ve üstünde beliren beneklerle besleniyormuş. İyiymiş ama biraz da kötü, çünkü yolcuları taşıyor ama onları inmek istedikleri yere götürmüyormuş, her birini çok sevdiğinden ayrılmak istemiyormuş çünkü. Sonra peşine uçan daireler takılıyor ve uçak çok sevdiği yolcuları korumak için kötü kalpli uzaylılarla çarpışıyormuş vs. Okuma ve yazmayı çözdüğüm andan sonra anlattığım öyküler çizgi romanlara dönmüştü. Çizgili defterlere bir zaman gezgininin öykülerini çiziyordum, yaşım altı-yedi. Kahramanım o zamanın fenomen dergisi Gırgır’da yer alan Muhlis Bey’den esintiler taşıyordu ama işin içinde çok nahif de olsa bilimkurgu ve fantastik vardı yine. Demem o ki oldum olası geleceğe ve gizeme tutkun biri oldum ben ama derdim hepsinden öte “anlayabilmek” ve anladığımı “anlatabilmek” oldu. Biraz da o nedenle sistemle değil de sistemin beni ileteceği yolla ilgilendim üretme aşamasında. Bu nedenle kâh çizgi roman çizmeye koyuldum, kâh roman yazmaya.

Yayınlanan ilk kitabım Ben Bir Kediyim şiir kitabıydı ve 1993’te yayınlandı. 1996’da bir edebiyat yarışmasında ödül alarak yayınlanan fantastik çocuk romanım Düşler Diyarı ve 2003’te yayımlanan Gohor Cam Kent ile Gohor Kurtlar Yolu adlı bilimkurgu romanlarım var. Sonrası çorap söküğü gibi geldi. 2005’te Aykolik ile Sevgili Salak adlı yetişkin romanlarım, 2007’de Mesih’in Klonu adlı politik kurgu kitabım, 2008’de Olağan Mucizeler ile Geceyle Gelen adlı kitaplarım yayımlandı. Tudem tarafından ilk kitabı 2011’de yayımlanan Dedektif Bol Bel adlı kahramanımın dört kitabını yazdım. Kahraman Korkak Babam, Saldırgan Masum Annem adlı iki kitabımı yayımlayan Bilgi’ye Beş Benzemez adlı bir bilimkurgu çocuk serisine başladım. Bu arada yerli yabancı pek çok seçkiye de öykülerimle destek verdim. SHP’nin 1993 İnsan Hakları konulu öykü yarışmasında “Ve İp Gerildi” adlı öykümle birinciliği; Tudem’in 2004 Masal yarışmasında “Sevgiyi Arayan Kardan Adam” ile üçüncülüğü; Türkiye Bilişim Derneği’nin 2004 bilim kurgu öykü yarışmasında “Sevgilim Dans Edelim mi?” adlı öykümle birinciliği kazandım. Tudem, Bilgi, Bu ve Ornito ve AYA Kitap şu günlerdeki yayıncılarım. Aden ile Uras adlı iki şekerparenin babasıyım.

  • Yerli bilimkurgunun birçok anına tanıklık etmiş yazarlardan birisiniz. Yerli bilimkurgunun son zamanlarda yaşadığı bu yükselişi nasıl buluyorsunuz? Bu yükseliş, sürekliliğini koruyabilir mi?

Umudum o yönde ama Türkiye’deki yayın piyasasının ne kadar kırılgan bir yapıda olduğunu da bizzat içinde yer alarak uzun yıllardır deneyimliyorum. Yani bugün bu yönde esen rüzgârın yarın bambaşka bir yöne dönmeyeceğinin garantisi yok. Yine de olumlu bir hava yakalamışken elden gelen en iyi edebi metinleri hayata geçirmemiz, yerli bilimkurgu kitaplarını mümkün olduğunca çok piyasaya sürmemiz gerektiğini düşünüyorum. Türk bilimkurgu okuruna düşen şeyler de var bu aşamada. Alıp okuduktan sonra gerekirse yerli bilimkurgu eserlerini yerden yere vursunlar (ki pek çoğu bunu yapmaya bayılıyor) ama yine de o kitapların talep görmesini sağlayacak şekilde yenilerini almaya devam etsinler ki yayıncıların konuyu peşinen kestirip atmasının önüne geçebilelim. Ürettikçe daha iyisine ulaşabiliriz ama üretme şansı bulamazsak o olasılık ortadan kalkar.

  • Türkiye’de yayıncılık sektörünü nasıl buluyorsunuz? Hâlâ öğrenmemiz gereken şeyler olduğunu düşünüyor musunuz?

Yayıncılık sektörünün tüm güç ekonomik koşullara karşın cesurca hareket ettiğini düşünüyorum. Günden güne artan bir içerik, baskı, ciltleme kalitesi de var. Rahmetli Ali Recan tarafından kurulmuş efsanevi Alfa ÇR Yayınları’nda 1990 yılından itibaren bilfiil çalışıp o dönemlerdeki şartlara da bizzat tanık olmuştum. 2003 yılında edebiyat yayıncılığı yapan yayınevleriyle mesaim başladı ve o alana da vakıf olabildim. Demem o ki geçmişle şimdi arasında doyurucu çıkarım yapabileceğim her türlü deneyime sahibim. Biraz da bu güvenle yayıncılığın ilerlediğini söyleyebiliyorum. Kaldı ki okurlar da geçmiş ve şimdi arasında kıyas yapabilecekleri yeterince materyale sahip. Eski zamanların çeviri eserleri yayıncının “Yahu kitap çok kalın olacak, şu kısımları tıraşlayalım” diyerek katlettiği ünlü romanlarla dolu. Bunu yapanlar da en bildik markalar bu arada. Şimdi böyle bir tasarrufa gitmek isteyen yayınevlerinin okurlardan çok çekeceği aşikâr.

  • Çocuk edebiyatında da eserler verdiniz ve veriyorsunuz. Çocuk edebiyatında bilimkurgunun durumu hakkında ne düşünüyorsunuz?

 

Çocuk edebiyatında bilimkurgunun niteliğinin yüksek olduğunu söylemek güç. Pek çok yazarın en büyük eksisi basitleştirme işini abartmak gözlemlediğim kadarıyla. Çünkü çocuk edebiyatı eserinin sade olması gerektiğine inanıyor ama bunu kurguyu da kuşa çevirip yapabiliyor. Daha da acıklı olansa, bilimkurgu yazdığını söyleyen pek çok yazarın türe ait sınırların farkında olmaması. Ben kurguya bir tutam da olsa fantastik öğeler eklersen onun bilimkurgu olmaktan çıkacağı görüşünü savunuyorum. Oysa bilimkurgu yazarı olduğunu söyleyen pek çok isim fantastiği bilimkurgu zannediyor. Bu, bir zamanlar çizgi romana Teksas-Tommiks dememiz gibi bir noktaya erişti artık. Pek çok yazar kendini ifade ederken “Ben bilimkurgu-fantastik yazıyorum” diyor. O ne demekse?

  • esrarengizhikayeler.com isimli bir site açtınız. Birçok bilimkurgu yazarının yanında fantastik ve korku edebiyatından insanların eserlerininde yer aldığı çok güzel bir öykü havuzu oluştu. Fikir nasıl doğdu? İstediğiniz şekilde ilerledi mi?

 

Esrarengiz Hikâyeler sessiz ve derinden ilerlemeyi sürdürüyor. İlk zamanlardaki kadar yoğun biçimde ilgilenemiyorum bu aralar ama geniş aralıklarla da olsa hikâye yayımlamaya devam ediyoruz, edeceğiz.

Böylesi bir site fikri birkaç yıldır aklımdaydı ama klasik düz metin paylaşımı yapmak istemediğimden öteleyip duruyordum. Sonra kişisel sitemi güncellerken karşıma çıkan bazı sorunların çözümü sırasında işime çok yarayacak özel eklentilerle karşılaştım. Bu eklentiler aklımdaki fikirle iç içe geçiverdi. Kendimi “Kısa hikâyelerin de kendi özel kapağı olsa?” diye düşünürken buluverdim. Sonrası da hızlı ilerledi aslında. Sitenin faaliyete geçmesinden bir yıl kadar önce aldığım alan adını kullanarak hikâye yayımlamaya başladım. Çok sevgili ve her biri diğerinden yetenekli yazar arkadaşlarımın ilgisini ve desteğini de anmam gerek elbette. Onların katkısı olmasa Esrarengiz Hikâyeler çok yavan kalacaktı.

  • Bilimkurgunun ilerlemesinde önemli bir role sahip olan yayım türlerinden biri de fanzin. Peki, sizin fanzinlerle yolunuz kesişti mi? Takip ettiğiniz veya içinde yer aldığınız fanzinler oldu mu?

Dönem dönem destek verdiğim, deneme, öykü, şiir veya çizgi öykü verdiğim fanzinler oldu. Bir ara birinin kaligrafisini de yapmıştım hatta. Tek tek isim vermem güç ama kitap evlerinde karşıma çıkan veya internette karşılaştığım pek çok fanzini takip ediyorum. Bazılarını birkaç sayı biriktiriyor, sonra bir çırpıda okuyorum. Bu işe gönül verenler, yani fanzin üreticileri gençlik yaşlarımdan beri bana Donkişot’u hatırlatır ama kurgunun acıklı manasıyla değil, imkânsızı aşabilme çabalarıyla. Hepsine sevgilerimi gönderiyorum.

  • Çıkan işlerinizden ve varsa gelecek olan projelerinizden bahseder misiniz?

 

İlk soruya yanıtımda biraz değinmiştim bu konuya, şimdi de çok kısaca ayrıntılandırayım: Tudem’in yayımladığı Dedektif Bol Bel dizisinin beşinci ve son kitabı olan Kader Çarkı’nı yazıyorum. Bilgi Yayınevi’nin yayımladığı Beş Benzemez dizisinin ilk ikisini teslim etmiştim. İlk kitap olan Yerçekimi Hırsızı kısa zaman önce yayımlandı. İkinci kitap Dinozorlar Şehri yayına hazırlanıyor. Ben de bu arada üçüncü kitabın yazımını Bol Bel’le dönüşümlü olarak gerçekleştiriyorum.

Bilimkurgu öykülerimle destek verdiğim seçkiler haricinde yetişkin edebiyatından uzak duruyorum. Bunda geçmişe ait hayal kırıklıklarımın etkisi büyük. Hoş, bu kimi ilgilendirir, onu da bilemiyorum zaten.

 

  • Bizlere tavsiye etmek istediğiniz bilimkurgu kitaplarından ve filmlerinden üçer tane örnek verir misiniz?

Pek alışılmadık bir liste sunacağım. Neden alışılmadık? Çünkü nitelik anlamında kusursuzu değil de bana hem geçmişte hem de yakın zamanda hoşça zaman geçirten eserleri anacağım.

 

Kitaplarla başlayalım:

1- Çok uzun yıllar önce Altın Kitaplar tarafından yayımlanan, Star Trek senaryolarının öyküleştirilmesinden oluşmuş 10 kitaplık Uzay Yolu dizisi. Orijinal dizinin 12 kitap olduğunu, bizde ne yazık ki on tanesinin yayın şansı bulduğunu okumuştum.

2- Ruh adlı öykümle yer aldığım, İthaki’nin yayımladığı Yeryüzü Müzesi’ne bir şans verilmesi beni mutlu eder. Kendi öyküm için tarafsız olamam elbette ama diğer öykülerin de tamamına yakınını çok büyük keyifle okudum.

3- Zecharia Sitchin imzalı bir araştırma olan 12. Gezegen uzun yıllar önce okuduğumda beni derinden etkilemişti. Bir bilimkurgu romanında görmek isteyeceğiniz hemen her şeyi içeren alternatif bir dünya tarihi okumak isteyenler kaçırmasın derim.

Ve filmler:

1- Bilmeyen yok kendisini ama hazırladığım her listeye almazsan rahat edemem: Geleceğe Dönüş (Back to the Future) serisi. Üç film de ilk çıktığı günden bugüne dek bir numaramda kalmayı başardı. Üçünün de her sahnesini ezbere biliyorum ama halen canım sıkkın olduğunda açıp izlemekten geri durmuyorum. Benim için bir tür motivasyon gereci haline geldiler.

2- Tabii ki Matrix. Öncelikle ilk film. Devam filmlerini de sevdim sevmesine ama ilk film çıtayı öyle bir yere çekmişti ki diğerleri pek çok kişi için olduğu gibi benim için de hafif bir burukluk içeriyor.

3- İlk iki sıraya koyduğum filmler tavsiyeden ziyade anma içindi tahmin edersiniz ki ama üçüncü film her ne kadar eski tarihliyse de tavsiye anlamı taşıyabilir, çünkü nedense beklediğim popülariteye pek ulaşamadı uzun yıllardır. Sadede geleyim: Piller Dahil Değil (*batteries not included). E.T.’ye yakın piyasaya çıkmış sevgi odaklı bir film. Hoş, ne kadar bilimkurgu gözüyle bakarız, o da tartışılır gerçi ama güzel bir seyirliktir benim için.

 

Not: Bu röportaj daha önce Lagari fanzin’in 5. sayısında basılı olarak yayınlanmıştır.

bottom of page