top of page
Çizgi Roman Okurları Pltaformu (ÇROP) SöyleÅŸisi / Nisan 2010
  • AÅŸkın Güngör merhaba, aslında çizgi roman konuÅŸma amacındayım ama… Karşımda çok yönlü genç bir adam bulunca konuyu geniÅŸletmek istiyorum izninizle. Fantastik ve bilim kurgu edebiyatı yazarı, çizer, grafiker, okuyucu, editör, radyo tiyatrosu yazarı, çizgi roman yayınları editörü… Belki de bir çok gencin olmak istediÄŸi veya denemek istediÄŸi bir çok alanda ürün vermiÅŸ bir sanatçı, yetenekli ve cesur bir kiÅŸi olarak konuyu gençler ve dar piyasa çizgi roman eksenine kaydırabilir miyiz?

 

Sevgili Ümit, çok teÅŸekkür ederim övgülü sözlerin için, ama benim aynam seninki kadar parlamıyor suretimi gösterirken, evvela bunu belirteyim. Åžimdi sıraladıklarını zihnimde tartarken “Uh!” diyorum, ama iÅŸin baÅŸka bir boyutu da var: Arayış! Ve o “arayış”ın seni ittiÄŸi yol…

 

Böyle söyleyince fazlasıyla “kaderci” mi görünüyor sözlerim, bilmem. Yok, kader ve seçtiÄŸimiz yol felsefelerine de girmeyeceÄŸim; evrenin —ya da Yaratıcı’mızın— bir ÅŸekilde seçimlerimize uygun yollar döÅŸediÄŸini, ama o yolu yürüyecek iradeyi de yönlendirmemiz gerektiÄŸine inanıyorum ben. Klasik Büyük Kader – Küçük Kader denkleminin savunucusu biriyim o anlamda. Eh, çizgi roman da bu ikilemin doÄŸurduÄŸu bir çocuk benim için.

 

Demem o ki, buyrun, kaydıralım konuyu. Dinliyorum.

 

  • Kimdir AÅŸkın Güngör, yaşı kaç, eÄŸitimi ne, halen ne iÅŸle meÅŸgul, evli mi bekar mı? Önce bunları konuÅŸsak. Bugünden geriye doÄŸru açılmak daha yararlı olabilir. Son halinden, onu bu bugünkü kiÅŸi yapan eski günlere ve deneyimlere yola çıkmış oluruz yavaÅŸtan.

 

Geri çekilip dışardan bakıyorum kendime. O zaman yineliyorum aynı soruyu: Kimdir AÅŸkın Güngör? Böyle yapınca daha objektif olabilirmiÅŸim gibi geliyor. Peki, deneyelim anlatmayı dışardan bakarak:

 

AÅŸkın Güngör yükseleni Kova olan bir Ä°kizler Burcu üyesi olarak 1972 Haziranında Ä°stanbul’da doÄŸdu. Hadi, konu konuyu açsın; neden Zodyak yardımıyla mı tanımlıyorum kendimi? Basit aslında. Az çok burç özellikleriyle haşır neÅŸir olanlar bu tanımlamamdan sonra ÅŸöyle diyor: “Haa, Ä°kizler nedeniyle o kadar farklı alanlarda yetenek sergileyebiliyorsuuun ve Kova nedeniyle de bu kadar tembelsiiiin.”

 

Ä°ÅŸte buyum biraz ben: Üretken ve tembel.

 

Kendimi bildim bileli el sanatlarında mahirdim, ya da hadi ukalalık diye algalanmasın diye “elim iÅŸ tutardı” diyeyim, ama “bunların kaçında ses getirecek iÅŸler yaptım” dediÄŸimde durum deÄŸiÅŸiyor —yazı giriÅŸinde asılı duran o aynadaki parlaklığı bu nedenle göremiyorum zaten. Henüz okuma yazma bilmeyen bir çocukken resimlerle kendimi anlatmaya bayılırdım —Burada da “bayılırmışım” demeliyim belki, çünkü baÅŸta anneannem olmak üzere, ebeveynlerim tarafından yıllar sonra bana aktarılanlara deÄŸineceÄŸim:

 

Yaşım üç ila dörtmüÅŸ. Bir kâğıda, misal, uçak çizer, sonra da o uçak ve içindeki yolcuların başından geçenleri anlatırmışım uzun uzun. Ne hikmetse hep ÅŸimdi “fantastik” diyebileceÄŸim öyküler olurmuÅŸ bunlar —ya da belki de doÄŸal olan buydu, bilemiyorum, çocukların düÅŸ gücü sınırsızdır, kabul edersin ki. Uçak aslında uçakmış da gene de deÄŸilmiÅŸ; doÄŸurabiliyor ve üstünde beliren beneklerle besleniyormuÅŸ. Ä°yiymiÅŸ, ama biraz da kötü; çünkü yolcuları taşıyor, ama onları inmek istedikleri yere götürmüyormuÅŸ; herbirini çok sevdiÄŸinden ayrılmak istemiyormuÅŸ çünkü. Sonra peÅŸine uçan daireler takılıyor ve uçak çok sevdiÄŸi yolcuları korumak için kötü kalpli uzaylılarla çarpışıyormuÅŸ… Vs. Vs. Okuma ve yazmayı çözdüÄŸüm andan sonra anlattığım öyküler çizgi romanlara dönmüÅŸtü. Çizgili defterlere bir zaman gezgininin öykülerini çiziyordum —yaşım yedi. Kahramanım —ÅŸimdi fark ediyorum ki— o zamanın fenomen dergisi Gırgır’da yer alan Muhlis Bey’den esintiler taşıyordu, ama iÅŸin içinde çok nahif de olsa bilim kurgu ve fantastik vardı gene. Demem o ki oldum olası geleceÄŸe ve gizeme tutkun biri oldum ben, ama derdim hepsinden öte, “anlayabilmek” ve anladığımı “anlatabilmek” oldu. Biraz da o nedenle, sistemle deÄŸil de sistemin beni ileteceÄŸi yolla ilgilendim üretme aÅŸamasında. Bu nedenle kâh çizgi roman çizmeye koyuldum, kâh roman yazmaya. ÖÄŸretilmeyi sevmiyorum —bunu açmalıyım ara konu gibi, çünkü buradan eÄŸitimime geçeceÄŸim— evet, hiç sevmiyorum hem de. Dikte edilenleri “öÄŸrenme” kapasitemle, arzu ettiÄŸimi “öÄŸrenme” kapasitem arasında ciddi fark var. Ä°lgi duymalıyım, merak etmeliyim, öÄŸrenmeyi arzulamalıyım konuyu. DiÄŸer türlü fazla yeknesak ilerliyor “öÄŸrenim” sürecim. Eh, güzel ülkemizin eÄŸitim müfredatının da hangi zihniyetle hazırlandığını göz önüne alırsan ne demeye çalıştığımı anlarsın. BaÅŸarılı sayılabilecek bir öÄŸrenciydim, ama tutkulu deÄŸildim öÄŸrenim hayatım boyunca. Sultanahmet Meslek Lisesinde Döküm TeknikerliÄŸi bölümünden mezun oldum, Bilecik M. Y. Okulunda Seramik okumaya gittim, baktım olacak gibi deÄŸil, çıkışımı verip Alfa’ya geçtim. Hiç de sevmediÄŸim Ä°ÅŸletme’yle cebelleÅŸtim sonra AçıköÄŸretim Fakültesinde, ama merkezimde kendimi “eÄŸitmek” ilk sırada yer aldı hep —eh, çok da mutluyum durumdan Allah’a ÅŸükür.

 

Ve evliyim, evet. AskerliÄŸi de geç yaptım, evlliÄŸi de. 2005 Mayısında evlendim eÅŸim Anita’yla ­—yazın aÅŸamalarımda da saÄŸlam katkılarını gördüÄŸümü belirtmeliyim bu arada. SaÄŸlam tespitleri var ve hiç ummadık bir ayrıntıya dikkatimi çekebiliyor. Seviyorum bu huyunu. Yine de onun için “üretken ve tembel” bir adamla evli olmanın güç olduÄŸunu da sezinliyorum. Sevgili aÄŸabeyim yazar Bilgin Adalı ÅŸöyle demiÅŸti bir keresinde: “Bir yazarla evli olmak zor iÅŸtir. Çünkü yazar, mesaisinin çoÄŸunu yazıya ayırır. O nedenle, AÅŸkın, Tanrı sabır versin eÅŸine.” Haklı.

 

  • Ä°lk yıllara bakarsak, genç AÅŸkın Güngör ne olmak istiyordu ve bunun için neler yapmıştı?

 

O güzel zamanlarda çizgi roman ressamlığı en büyük hayalimdi tabii, çünkü kareler arasında nefes alıyordum, abartısız.

 

DüÅŸünsene; tombul, hayalgücü zengin bir veletsin ve bu dünyada çizgi roman diye bir ÅŸey var! Karelere bölünmüÅŸ bir hayat! O karelerin arasında kahramansın, kovalayansın, kaçansın; Zagor’sun, Mandrake’sin, Tom Miks’sin, Tom Braks’sın, Kızılmaske’sin, Rakar’sın! Yahu, hadi Süperman olmayı da bırak, Clark Kent’sin, Peter Parker’sın! Ne istersin daha?

 

Ben zar zor biriktirdiÄŸim harçlığımı cebime kor, tek katlı gecekondumuzun alçacık penceresinden avluya atlar, Tercüman Çocuk veya Milliyet Çocuk almaya kaçardım ailem uykuya yatmaya hazırlanırken —annem fazla okuduÄŸum için kızardı çünkü. DüÅŸünsene; baÅŸka anneler çocuklarının okumamasından yakınırken ben “fazla okuduÄŸum” için engellenmeye çalışılırdım. Komik geliyor ÅŸimdi. Kâğıdın o inanılmaz, o enfes kokusuna başını gömerek kareden kareye zıplamak; abartısız ve kesinlikle yenilmez bir kahraman olmak çizgi romanlarla mümkündü, sen de bilirsin ve o keyif baÅŸka hiçbir ÅŸeyde yoktu. Olmadı da.

 

Sözün özü, dedim ya, çizerlikle geçinmek arzusuyla yanıp kavruluyordum. AkÅŸam oturmasına gelen akraba tayfası vardır ya, onlar sorardı arada, “Ne olacaksın?” diye. “Çizgi roman çizeceÄŸim,” derdim. Saçımı sıvazlar, güler ve “Yok, yok,” derlerdi, “Ne iÅŸ yapacaksın?” Onlar için çizerlik meslek deÄŸildi tabii, karnımı ne ÅŸekilde doyuracağımı merak ederlerdi. Ä°lk zamanlar ısrar ederdim çizerlikte, ama baktım ki, Aysel ya da Veysel, soruyu soran kim olursa olsun verdikleri karşılık aynı. Ondan sonra da yamıtlamaz olmuÅŸtum bu soruyu. Ä°ÅŸin acısı, haklı çıkmaları oldu belki —en azından Türkiye ÅŸartlarında.

 

  • Peki bu çabalar meyvesini vermiÅŸ miydi? Acaba ulaşılan nokta bugün de ulaşılabilir bir nokta mıdır, yoksa çizgi roman piyasasında deÄŸiÅŸim vardır da imkanlar deÄŸiÅŸmiÅŸ midir?

 

Klasik bir söylem olacak, ama söyleyeceÄŸim gene de: Türkiye’de çizgi roman ressamlığıyla geçinecek babayiÄŸit tanımıyorum! Yok öyle bir ÅŸey! Bu benim Alfa ve Galaksi’de yer aldığım 90’lı yıllarda da böyleydi, bugün de böyle. Ha, Kenan Yarar gibi, Bülent Üstün gibi, Galip Tekin gibi —ya da mizahi dergilerde yer bulan baÅŸka yetenekli isimler gibi— istisnalar var belki, ama onların yaptığı da benim anladığım ve kabullendiÄŸim anlamda çizgi roman üretimi deÄŸil, daha çok çizgi öykü. “BaÅŸarılılar mı?” dersen, evet, genellikle çok baÅŸarılılar, ama onların da Türkiye’deki Çizgi Roman algısına fazla olumlu katkılar yapabildiÄŸine inanmıyorum. Bunun kaliteli öykü ya da çizgi üretmekle ilgisi yok; bir algılama sorunu bu —ya da ne bileyim, belki bir kabullenme sorunu.

 

Bu ülkede Bülent ArabacıoÄŸlu diye bir çizer var. En Kahraman Rıdvan’ı çizmiÅŸ, TipiTip’iyle ekol olmuÅŸ yetenekli mi yetenekli bir adam bu… Hani, nerede En Kahraman Rıdvan albümleri, TipiTip albümleri? Kimleri sayabiliyoruz bugün Türk Çizgi Romancılığı denince? Suat Yalaz’ı, Sezgin Burak’ı. BaÅŸka? Ali Recan’ı belki —ki Yüzbaşı Volkan’ın babasıdır. Var mı sonrası? Ben bugün bir çırpıda adını sayamadığımız onlarca yetenekli adamın bu iÅŸle zamanın çeÅŸitli noktalarında ilgilendiÄŸini biliyorum, ama o kadar. Yetkin bir Türk Çizgi Romanı Tarihi yazmaya kalksan yüzlerce isim yer alır, ama maddeleri alt alta dizip de ortaya çıkan külliyata baktığında “Ah!” edersin —acınacak kadar cılızdır çünkü.

 

Bak, aklıma geldi, konu konuyu açıyor; yıllarca Yüzbaşı Volkan’ı küçümsedik çizgi iÅŸiyle ilgilenenler. Dedik ki, “Fotokopiyle, antiskopla üretiliyor, böyle iÅŸ mi olur?” Ama ÅŸimdi bakıyorum ve “Ä°yi ki Yüzbaşı Volkan var,” diyorum. BaÅŸka bir güncel Türk çizgi roman kahramanı yok çünkü. Ne acı!

 

  • Alfalı yıllar. Kimlerle çalışılmıştı, bu çalışmalardan ne kazanımlar oldu, hangi dergilerde neler yapıldı?

 

Ä°ki aÅŸamalıydı benim Alfa maceram, ama konuya girmeden izin verirsen haklının hakkını teslim edelim: Alfa çizgi roman yayıncılığından daha ötede bir misyon üstlenmiÅŸti. Okur çizimlerine yer veriyor, muhatap alarak mektuplarını yanıtlıyor, çeÅŸitli zamanlarda gerçekleÅŸtirdiÄŸi çizim yarışmalarıyla yetenekli gençleri teÅŸvik ediyordu. BaÅŸka bir yayınevinin böyle bir misyonu olmadı o sıralarda. Bu, ÅŸüphesiz ki Alfa’nın kurucusu da olan Ali Recan’ın iÅŸiydi ve çok da iyi yapmıştı kanımca —zaten Alfa’yı SağıroÄŸlu Ailesi’ne devrettikten sonra kurduÄŸu Marvel’de de aynı tarzı sürdürdü.

 

Neyse… Sürdürelim… DediÄŸim gibi, Alfa maceram iki aÅŸama içerir. Ä°lkinde dışarıdan ürünler gönderen bir genç yetenektim. Sonra, 1990’da Alfa’nın editörlüÄŸünü yürüten Erdal ÇakıcıoÄŸlu’nun sürüklediÄŸi bir “Yerli Çizgi Roman Dergisi” projesinde yer aldım. Adı bile “konamayan” bu derginin —ki, ihtimallerden biri Alfa Çizgi Roman’dı— çizerlerinden biriydim. GeleceÄŸe DönüÅŸ filmindeki ana iki karakterin farklı çizgi roman kahramanlarının evrenlerine yaptıkları ziyaretlere ve bu ziyaretlerin yarattığı garipliklere deÄŸinen mizahi bir çizgi romandı. Ä°lk macerada kahramanlarımız Martin Mystere’nin evrenine yolculuk ediyordu. Yirmi sayfa kadarı çizilmiÅŸ, yaklaşık on sayfası da çinilenmiÅŸti. Alfa’nın yöneticisi olan sayın Gül SağıroÄŸlu Alfa Çizgi Roman Dergisi’nin altından kalkılamayacak maliyette olacağına kanaat getirerek çalışmaları durdurunca ihtimaller de çizgiler de ertelendi.

 

  • Ä°lginç geldi. BaÅŸka kimler vardı o dergi kadrosunda?

 

Tüm isimleri hatırlamıyorum maalesef, ama aklıma gelenleri sayayım: Hakan Alpin vardı. Daha önceden Yüzbaşı Volkan çizim ekibinde yardımcı çizerlik de yapmış olan, sonradan Darkwood kadrosunda bir araya geldiÄŸimiz bir isimdir. Ali Düzgün vardı. O dergi için ne çizmiÅŸti hatırlamıyorum, ama daha sonra Kaptan Alyo diye bir karakter çizmeyi denemiÅŸti. Maalesef uzun ömürlü bir iÅŸ olmamıştı o da. Conan sayılarından birinin içinde, Hakan Alpin’in çizdiÄŸi Son Osmanlı gibi, tek sayılık bir dolgu malzemesi olarak kullanılmış ve çizgi roman tarihimizin yazılmayan sayfalarına dahil olmuÅŸtu. Kadir Ertan Sevgi vardı —ki müthiÅŸ bir çizerdir, ama ondan da ötesi, müthiÅŸ bir tembeldir. Çok iyi yerlere gelebilecekken heba olup gitti çizgi piyasasından. Haluk Alpin vardı, Hakan Alpin’in kardeÅŸi. Sanıyorum Ömer Tatlısöz vardı, ama emin deÄŸilim bu isimden. Az önce de dediÄŸim gibi, hatırlayamadığım birkaç isim daha vardı, ama ne yazık ki doÄŸmayacak bir çocuÄŸa ninni söylemekle yetinmiÅŸ olduk hepimiz.

 

  • Devam edelim mi Alfa macerasına? Ä°kinci aÅŸama bu doÄŸmayan dergiden sonra mı baÅŸladı?

 

Tam olarak deÄŸil. Dergi hayallerinin suya düÅŸmesinden sonra da çeÅŸitli çizimlerle yer aldım Alfa’nın okurlara açılan sayfalarında. Sonra birgün Erdal ÇakıcıoÄŸlu’nun editörlük görevinden ayrıldığını ve yerine de arkadaÅŸlarımızdan biri olan Kosta Ceran’ın geçtiÄŸini duyduk. Ä°lginç bir geliÅŸmeydi bu ve ÅŸimdi düÅŸünüyorum da birkaç ay sonra Alfa editörlüÄŸüne talip olmamdaki cüreti de buna baÄŸlıyorum —yaşıtlarımdan birinin o göreve getirilmesine yani. Neyse…

 

Kosta, Erdal Çakıcığlu’nun ayrılmasıyla yarım kalan bir iÅŸin tamamlanması için benimle irtibat kurdu —Conan Aylık Maceralar Dizisi’nin arkasında dolgu olarak yayınlanan “Conan Ä°stanbul’da” adlı mizahi çizgi öyküden söz ediyorum. Erdal ÇakıcıoÄŸlu bu öyküyü iki sayı çizmiÅŸ, sonra da ayrılmıştı. Ben tamamlayarak finale ulaÅŸtırdım. Nahif, pek de söz etmeye deÄŸmeyecek bir ÅŸeydi aslında, ama o zaman için benim adıma keyiflerin en büyüÄŸüydü. Bu çalışma nedeniyle Alfa’nın Tarlabaşı’ndaki binasına gidiÅŸ geliÅŸlerim oradakilerle tanışmama vesile oldu, ama bir yandan da Bilecik’teki eÄŸitimim baÅŸlamıştı. Aynı günlerde baÅŸka bir haber geldi: Kosta Ceran’ın Alfa editörlüÄŸü pek kısa sürmüÅŸ, bir takım sebeplerle görevden ayrılmıştı. Az çok tanıştığımız Gül SağıroÄŸlu’nu arayarak göreve talip olduÄŸumu söylemem aynı zamana rastlar.

 

Gül hanım baÅŸta çekinceli davrandı iÅŸin aslı. Ne evet dedi ne de hayır, ama sonra bana ulaÅŸarak “Bir denemek istediklerini” iletti. Sonrası malum. BaÅŸladık Alfa koÅŸturmacasıına. Orjinal çizgi roman sayfalarındaki konuÅŸma balonlarında yer alan Ä°ngilizce yazıları ince kuÅŸe kağıtla kapatma iÅŸlemi vardı o zamanlar —hâlâ var mı bilmiyorum. O kuÅŸe kağıtların üzerine kaligraflar Türkçe metinleri yazardı. O iÅŸten tut da ofis içinde yapılacak her iÅŸe yardımcı olarak baÅŸladım ben göreve, ama en keyif aldığım iÅŸ okur mektuplarını tasnif etmek, okumak ve yanıtlamaktı.

 

Alfa, Taksim’de, ÇatalçeÅŸme’deki binasındaydı ben baÅŸladığımda. Eski, ama sıcak, sevecen bir yapıydı. O zamanlar Alfa bir aile ÅŸirketi görünümündeydi. Turgut SağıroÄŸlu Ali Recan’dan firmayı satın almış, iÅŸin başına da iki kızını geçirmiÅŸti: Gül SağıroÄŸlu ile Lale (SağıroÄŸlu) Gücüm. O zamanlar bir avuç çalışan elimizden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyorduk Sonra yine aile içinden yeni bir ortak alındı: Lale Hanım’ın eÅŸi, Fikri Gücüm. Firma Vezneciler’e taşındı. Kendi matbaasına kavuÅŸtu. Basım dünyasında son derece deneyimli olduÄŸu söylenen, bir zamanlar Salata Mizah Dergisi’ni çıkaran Hayri Önder Genel Koordinatör olarak ekibe dahil edildi. Her ÅŸey ondan sonra allak bullak oldu zaten.

 

Hayri Önder ilk olarak okurun ne verirseniz onu yiyeceÄŸini iddia ederek Conan’ın renkli basımını baltalamakla baÅŸladı iÅŸe. Kapak arkalarına tuhaf ve fazlasıyla karikatürize reklamlar eklemeye koyuldu. Yurt dışından gelen, proof diye tabir edilen —kaliteli film alınmasına olanak tanıyan orjinale yakın çizgi roman sayfaları— materyallerin gelmesine gerek olmadığını söyleyerek renkli sayfalardan alınan fotokopilerin kullanılmasına önayak oldu —bu nedenle çamur gibi, kalitesiz sayfalar ulaÅŸmaya baÅŸladı okura— ve tüm bunlar yetmemiÅŸ olacak ki kendisine muhalif olan beni de ortadan kaldırmayı kafaya koydu. BaÅŸardı da. Onun geliÅŸinden birkaç ay sonra Gül ve Lale hanımların odasında yaptığımız görüÅŸmede iÅŸime son verildi. Eh, aslında istifa etmiÅŸ oldum, ama baÅŸka çıkar yol da bırakmamışlardı zaten. Uzatmayayım diyorum, ama sözler akıyor, af edersin. Kısa kesmeye çalışayım: Devran döndü ve altı ay kadar sonra bir gün Hayri Önder’in görevden ayrıldığını duydum. Birkez daha aradım Gül SağıroÄŸlu’nu. Bana karşı düzenlenen ve o zaman bir takım ahlaki çekincelerle söylemekten kaçındığım komplolarla ilgili kendisini bilgilendirdim ve görevimi geri istediÄŸimi söyledim. Kabul etti ve böylece ikinci evre baÅŸladı, ama Hayri Önder’in yarattığı tahrifat öyle büyüktü ki toparlamak mümkün olmadı.

 

Gelen okur mektuplarının tamamına yakını sitem doluydu. Öyle olmayanlarda da falanca dizi yayınlanacak mı, filanca dizinin falanca sayısı var mı gibi, önceki sayılarda defalarca yanıtladığımız sorular fink atıyordu. Okur mektuplarının birkez daha devreden çıkarılması söz konusu oldu. Bir yöntem olduÄŸunu söyledim o zaman. Mümkün olduÄŸunca iÅŸi esprili bir dilin saÄŸlayacağı esneklikle kotarabilirdik. “Yap, görelim,” dediler. Yaptım. Gördüler. Ondan sonra eÄŸlenmeye baÅŸladık okur sayfalarında —hem biz, hem okurlar. Sıkıcı, tekdüze yapıya veda etmiÅŸ olduk bir bakıma belki de.

 

Neyse… Finale geleyim: Alfa’nın satış rakamları iniÅŸe geçmiÅŸti. Yönetim bölümü çözüm üretmek yerine —mesela tekrar renkli yayına geçmek, proof alımını sürdürmek— aynı mantıkla yayın çıkarmakta sakınca görmedi. Alfa’da çizgi roman yayıncılığının bir geleceÄŸi kalmadığını görerek, bu kez tamamen kendi irademle istifa ettim ve baÅŸka bir sektöre geçtim ben de. Elimde hatıralarım ve çocukluk hayallerimin —hiç deÄŸilse bir kısmının— içinde yuvarlanmış olmanın hazzı kaldı, baÅŸka ÅŸey deÄŸil.

 

  • Daha sonra yine Alfa’da uzun zaman görev yapan Necattin Sinanç’la birlikte Galaksi Yayıncılık’ı kurdunuz sanırım.

 

Aslında hayır, o iÅŸ tam o ÅŸekilde olmadı, genel bir yanılgı bu. Pekçok kiÅŸi beni Galaksi’nin sahiplerinden biri olarak algılamış olmalı ki pekçok yerde bu ÅŸekilde yazıldığını gördüm, ama yanlış tabii. Galaksi Yayıncılık’ı Necattin Sinanç kurmuÅŸtu. Benden bir yıl kadar sonra Alfa’dan ayrılmış, sonra da yayın iÅŸine girmiÅŸti. Büyük hayalleri vardı —sektörde büyümek, köklü bir kuruluÅŸ olabilmek gibi.

 

Dünya kadar telif ücreti vererek Tex’in yayın hakkını almıştı, ama her nedense aracı firmanın verdiÄŸi sayılar baÅŸtan baÅŸlamıyordu. Tex Willer’ın baÅŸ düÅŸmanlarından Zenda’yla olan bir macerasıydı bu ve giriÅŸ bölümü yoktu. DüÅŸünsene, yeni bir yayınevi kurmuÅŸsun, Tex’i “No:1” diyerek yayınlayacaksın, ama macera uzunca bir özetle baÅŸlayacak. Olur iÅŸ deÄŸil!

 

O zaman Necattin’e çok dil döktüm. “Yapma etme,” diye. “Bastır biraz, bu maceranın başını da getirt,” diye, ama ne haltsa, aracı firma o baÅŸlangıç sayısını Tex’i hiç yayınlamamış ve yayınlamaktan da vazgeçmiÅŸ olan baÅŸka bir markaya sattığını, veremeyeceÄŸini söylemiÅŸ. “O zaman,” dedim, “sen de bu macerayı es geç. Bundan sonra baÅŸlayan macerayla yap giriÅŸi.” Ne var ki Necattin o fikre de sıcak bakmadı. Kısıtlı parası vardı ve bu parayı da o sayılara yatırmıştı. “Bunları yayınlamazsam zararımı karşılayamam,” dedi. Eh, sonuçta para da yatırım da onundu ve istediÄŸini yaptı, ama Galaksi’nin premature doÄŸmasına neden oldu bu. Zaten hacimine göre pahalı satmak zorundaydı. Alımı ciddi oranda etkiliyordu bu ve baÅŸka teknik sorunlar da doÄŸuruyordu tabii —misal, olması gerektiÄŸinden daha ince yayınlandığı için orjinal kapaklar Galaksi’nin yayınladığı seride yetmedi. Ben profesyonel olarak çalıştığım iÅŸ nedeniyle kapak çizmeye zaman bulamıyordum. Profesyonel kapak çizerleriyle görüÅŸtük o zaman. Astronomik rakamlar istediler —en azından Necattin’in rahatlıkla verebileceÄŸi rakamlar deÄŸildi bunlar. Sevgili Ali Düzgün’ün saÄŸlam çizgisine devrettik o zaman iÅŸi. Ali zaten hevesliydi. Çok uygun fiyatlara birkaç kapak hazırladı, ama o cüzi miktarları bile temin etmekte zorluk çekti Necattin. Çünkü Galaksi gemisi ciddi ÅŸekilde su almaya baÅŸlamıştı. Ben ilk sayıdan son sayıya dek redaksiyonunu ve kaligrafisini yaptım Tex’in Galaksi’de —bir kuruÅŸ da para almadım; çünkü sevdiÄŸim, âşık olduÄŸum bir iÅŸti bu ve Necattin’e de yardımcı olabilmeyi çok istiyordum. Ayrıca okur sayfaları ile Estarabim diye bir köÅŸe yazdım. Yine mizah ağırlıklıydı dilim ve eleÅŸtiriler de geldi tabii. Çünkü Tex’in okuru Conan ya da Punisher’ın okuru gibi deÄŸildi. Daha oturaklı, daha ağırbaÅŸlı, daha ciddi bir eserdi arzuladıkları. Biz onların beklentisine uymaya çalışana dek Necattin tükendi. Bir sabah iÅŸ yerime gelerek bu iÅŸin bittiÄŸini, sıfırı tükettiÄŸini söyledi. Memleketteki dağıtım ağının nasıl mafyavari bir düzenle iÅŸ gördüÄŸünden dem vurdu. Buna Alfa’dayken bizzat ÅŸahit olmuÅŸtum, ama sabunun çapı küçükse erimenin çok daha hızlı olacağını da öÄŸrenmiÅŸ oldum böylece. Neyse… Çok acıdır ki Necattin Sinanç kısa süren yayıncılık yaÅŸamını tamamladığında geride hiçbir ÅŸey kalmamıştı. Ailesini memleketine, babasının yanına götürmek istiyor ve otobüs parası arıyordu. Birkaç eski arkadaşı aramızda para toplayıp karşıladık o rakamı ve Galaksi böylece öldü. Bu memlekette çizgi romandan medet ummak böyle birÅŸeydi iÅŸte.

 

  • Darkwood iliÅŸkisi… Vardı diye hatırlıyorum… O ne kazandırdı size? Dahası Darkwood Türkiye’ye ne kazandırdı? Olmayan ve geliÅŸmeyen çizgi roman sektörümüzün “kültür dergisiydi” Darkwood. Bugün benzer kültür dergileri raflarda yerlerini almış durumdalar. Darkwood’un bunları besleyen bir alt yapı kurduÄŸunu söyleyebilir miyiz?

 

Bak, bu ülkede yıllar sonra bir gün bir aklıevvel çıkar da çizgi romancılığımızın tarihini yazmaya soyunursa, o derlemede Darkwood muhakkak yer bulur. Bulmak zorundadır. Aksi olamaz! Ama emin ol, o derlemede Darkwood’a can veren pek çok isim yer al(a)mayacaktır; usta hamlelerle, kaba uçlu silgilerle silinmiÅŸlerdir çünkü.

 

Ne demeye mi çalışıyorum? Åžöyle açmaya çalışayım: Darkwood’u bir avuç insan son derece amatör duygularla hayata geçirdik. Åžehzadebaşı’nın meÅŸhur Çınaraltı’ndaki köhne masalarda toplanır, ortada daha bir isim bile yokken fikir alışveriÅŸinde bulunurduk. “Ne yapalım? Nasıl yapalım? Formatımız ne olsun? Adımız ne olsun? Vb.” Sonunda ilk sayımızı bastırabildik. Elimize aldık. Hem gururlandık, hem baskıya yansıyan hatalarımızı irdeledik, ama mutluyduk. Büyük keyifti el ele verip ortaya somut bir ÅŸey koymak. Ne var ki daha ilk sayıdan sonra fireler baÅŸladı. Ä°lk önce Metin Demirhan Hakan Alpin’le yaÅŸadığı bir takım ÅŸahsi sürtüÅŸmeler nedeniyle projeden çekildi —ilk sayıda kısa bir çizgi öyküyle yer alan bir Darkwood’cu olarak kaldı böylece. DiÄŸer tayfa yola devam ettik tabii. Kimler mi? Ben, Hakan Alpin, Hüsnü Çoruk, Ayhan Öztürk, Ali Düzgün, logomuzu da çizmiÅŸ olan Kadir Ertan Sevgi, Kenan Kablan, Zeynep AkkuÅŸ, Habip Faysal KemerizlioÄŸlu, Kemal KulaoÄŸlu ve belki yine adını hatırlayamadığım birkaç kiÅŸi daha. Herkes elinden geldiÄŸi oranda maddi ya da manevi destek vermeye çabalıyordu. Ben mesela, yazı çiziyle sunmaya çalıştığım katkının yanında, yetiÅŸebildiÄŸimce kaligrafileri yapıyor, bütün bunlardan sonra sayfaların baskıya hazırlanması aÅŸamasında aktif görev alıyordum. Geceyarılarına kadar sayfa montajı yaptığımı bilirim. Sonra ne mi oldu? 1996 Kasımında askere gittim. Bir buçuk yıl sonra döndüÄŸümde ortada Darkwood yoktu. Yok, aslında yanlış oldu. “Darkwood vardı da o gemiye yön veren isimlerden kimse kalmamıştı” desem daha doÄŸru olacak. Benim bildiÄŸim tüm isimler —muhakkak ki bir ikisi hariç— Hakan Alpin’le yaÅŸadıklarını söyledikleri sürtüÅŸmeler nedeniyle ekipten uzaklaÅŸmıştı. BaÅŸka, tanımadığım, bilmediÄŸim baÅŸka bir ekip yol alıyordu denizde. Ayrı ayrı hemen hepsiyle konuÅŸtum eski kadronun. Ahmet Mehmet’i Mehmet Ahmet’i suçluyordu ve iÅŸin kötüsü, sadece ortak çabalar deÄŸil, varsaydığım dostluklar da rafa kaldırılmıştı. Kötü bir çözülme olmuÅŸtu anlayacağın. Gel zaman git zaman benim ÅŸevkim de dibe vurdu. Usulca kopuverdim Darkwood’dan. Sonra bir gün, sayılardan birinin ön sözünde ÅŸöyle yazdığını gördüm dostum Hakan Alpin’in: Arasında eski kadrodan hiç kimsenin —ve tabii ki benim— yer almadığım bir teÅŸekkür metni kaleme almış, dergiye sonradan dahil olan bir yığın insana ayrı ayrı teÅŸekkür etmiÅŸ, yazısını da ÅŸu cümleyle bitrmiÅŸti: “KeÅŸke baÅŸka arkadaÅŸlar da kendilerini iptal etmemiÅŸ olsalardı!” Ä°lk okuduÄŸumda dokunmuÅŸtu. Vefasızlık olarak addetmiÅŸtim bunu, ama zaman her acıya kabuk baÄŸlatıyor. Hâlâ aklıma geldikçe usulca sızlasa da kalbimin kenarı, artık o kadar üstünde durmuyorum. Çünkü herkes kendi penceresinin izin verdiÄŸi açıyı görebiliyor ve algılar da farklı birbirinden. Demek Hakan o dergiye hiçbir ÅŸey katmadığımıza bu kadar emin ki o sözleri sarfedebiliyor. Eh, bir adım geride durup kabullenmek düÅŸer bize de. Bu saaten sonra kimsenin hayata bakışını kendi paralelliÄŸimize çekmeye çalışacak halimiz yok yani.

 

  • Çizgi romandan bir kopma gerçekleÅŸti galiba zaman içinde. Bunun sebebi neydi? Çizgi roman mı küstürdü sizi, farklı arayışlar mı baÅŸ gösterdi? Sonuçta yaÅŸ ilerliyor ve kiÅŸi, hele de yetenekli kiÅŸi kendini farklı alanlarda sınamak istiyor. Yazarlık veya grafikerlik merakı bu sırada mı baÅŸladı yoksa araya okul mu girdi?

 

Aslında az önce söz ettiÄŸim Darkwood’lu günlerimin sonlarına doÄŸru bende çizgiye karşı bir kopuÅŸ baÅŸlamıştı zaten. Kendimi bildim bileli yazıyla içli dışlıydım ve iÅŸin aslı çizgide olduÄŸumdan daha baÅŸarılı buluyordum kendimi. Ayrıca, röportajın baÅŸlarında da söyledim ya, çizgi roman ressamlığı sanıldığının aksine çalışkan insanların iÅŸi —en azından sabırlı insanların. Benim aklımdaysa anlatılmak için yalvaran onlarca öykü fink atıyordu. Bak, ayrıntıdır, ama söyleyeyim: Darkwood için Gardiyan diye bir öykü çizmiÅŸtim. Sanırım 6. sayıda yayınlanmıştı. “Tamamlanmamış Hayaller Ülkesi Hikâyeleri” üst baÅŸlığını taşıyordu. Fantastik kısa öykülerden oluÅŸan bir seri yapmayı tasarlıyordum, ama ne olduysa oldu, masa başında oturmuÅŸ, aynı serinin 7. sayıda yayınlanacak “Buz” adlı öyküsünü çiziyordum ki bir esin geldi —belki sen “Åžeytan dürtmüÅŸ” dersin. ÇizdiÄŸim sayfaya bakakalmış, asıl derdimin ne olduÄŸunu sorgularken buldum kendimi. En harlı arzum öykülerimi anlatabilmekti —hani ÅŸu aklımda fink atanları. Çizerek bu iÅŸi yapabilmem çok —hem de pek çok— zaman alacaktı, ama beklemiyordu öyküler. Kalemi bıraktım elimden, bir daha da alamadım. O öykü birkaç sayfası çizilmiÅŸ olarak yarım kaldı. Aslında tam da “Tamamlanmamış Hayaller Ülkesi Hikâyeleri”ne uygun bir final. Sonra kendimi bildim bileli yazdığım öykülere, ÅŸiirlere geri döndüm. ÇeÅŸitli öykü ve roman yarışmalarından ödüller aldıkça daha yoÄŸun bir ÅŸevk sardı beni. Bir daha da durmadım —Allah durdurmasın. Görsel Tasarım iÅŸiyse, aslını ararsan, tüm bu deÄŸindiÄŸimiz dallardan beslenmiÅŸ olmalı yıllar yılı —ya da belki içinde yer alan her olgu bir ÅŸekilde birbirini besliyor. Mesela yazı dilimin canlı olduÄŸunu söyler kimileri —aktardığım sahnelerin akıllarında sahne sahne belirdiÄŸini ve hatta bir film izlemiÅŸ gibi olduklarını. Bu çizgi romanlarla içli dışlı olmamdan kaynaklanıyor diye düÅŸünüyorum. Dolayısıyla Görsel Tasarım da aynı kaynaktan besleniyor olmalı. Yıllar yılı belirli orantılarla kotarılmış sahneleri inceledikten, hele de çizdikten sonra bir görsel çizgin oluÅŸuyor. Orantısal bir bakış geliÅŸtiriyorsun. Sonrası da ürün vermeye çalıştığın alanı özümsemenle geliÅŸiyor zaten. En “baba” grafiker geçinenlerin “Altın Oran” diye birÅŸeyden haberi olmadığını görüyorum güzel ülkemde; oysa sen çizgi romanlarla ve edebiyatla beslendiysen diÄŸerlerine oranla daha donanımlı olabiliyorsun.

 

  • Ve roman yazma ve editörlük günleri… Hangisi önce hangisi sonra ve bu arada neler yapıldı daha baÅŸka?

 

Roman yazmak bu sıralamanın en başında. Onlarca öyküden sonra yazdığım ilk roman fantastik bir gençlik kitabı olan DüÅŸler Diyarı —yıl 1996. Yayınevinin yazın yarışmasında derece aldıktan sonra basılan bir eser o. Ä°lk gözaÄŸrım bir anlamda. Sonra, 2003’te, bilim kurgu romanları olan Gohor-Cam Kent ile Gohor-Kurtlar Yolu —ki, bir aksilik olmazsa Ä°spanyolca olarak basılacaklar kısa süre içinde. Sonra gerçek yaÅŸamdan kesitler sunan ‘Ay’kolik. Tüm bu romanlardan önce, 1993’te yayınlanan ÅŸiir kitabı var bir de: Ben Bir Kediyim. Arada öykülerimin yayınlandığı onlarca dergi ile iki bilim kurgu antolojisi de var unutmamam gereken. Henüz basılmamış olan çalışmaları eklemiyorum tabii bu listeye.

 

  • Åžimdilerde çizgi romanla aramız nasıl? En çok neler okuyoruz, neleri özlüyoruz, neleri “neden” merak ediyoruz?

 

Åžimdilerde okurum sadece ve pek de sektöre sadık deÄŸilim açıkçası. Bir Atlantis-Martin Mystere ile Asteriks tutkunu ve koleksiyoneriyim hâlâ —daha alt derecelerde de olsa Red Kit, TenTen, Mister No, Dylan Dog, Mini Ringo ve Alaska-Ken Parker da var bu listede. 1980 yılların Milliyet Çocuk ve Yaman Çocuk ciltleri kütüphanemde durur ve zaman zaman çıkarır göz atarım, ama ne yalan söyleyeyim, çocukluÄŸumda duyduÄŸum kokuyu alamıyorum artık —belki zaman zaman, bir kibritin o ilk parlayış anı gibi kısacık, geliyor o tatlı koku burnuma, ama hepsi o. Yoksa artık karelerin içine sığamıyorum, giremiyorum, gizlenemiyorum, çizgiye dönüÅŸemiyorum. Üstlerine gözlerim deÄŸiyor ancak. Yine de elime geçen çizgi romanları keyifle okumama da engel deÄŸil bu.

 

  • Dünün çizgi romanıyla, okuruyla, koÅŸullarıyla bugünkü arasında farklılıklar var mıdır, sizce nelerdir?

 

Var elbet. Biz sadık okurlardık. GörselliÄŸi en aza indirgenmiÅŸ sayfalarda kaybolur, kahramanımızı da kitabımızı da aÅŸkla severdik. Åžimdi o aÅŸkı göremiyorum. O zamanlarda bizim abartısız “hazine” olarak niteleyeceÄŸimiz kalitede basılan çizgi romanlarla dolu piyasa, ama o eski rüzgâr esmiyor. Åžimdinin gençlerinin, çocuklarının elinde ben çizgi roman görmüyorum. Muhakkak vardır, ama ben görmüyorum. Bilgisayar oyunlarının, korsan film CD’lerinin zirvede olduÄŸu bir çaÄŸ bu. ÇoÄŸunluk gözlerinin önünde akan görüntüyle yetiniyor, o görüntünün içine girip iki boyutlu kahramanına kendi zihninde yeni boyutlar ekleme zahmetinde olanlar haz alıyor hızla.

 

ÇizerliÄŸe veya çizgi roman yazarlığına meraklı gençlerin çizgi roman alanında iÅŸ üretememesini nasıl buluyorsunuz? KoÅŸullar mı zorlaÅŸtı yoksa her alanda olduÄŸu gibi çizgi romancılarda da bir rehavet, bir “koÅŸmasam bana gelse”cilik mi hakim? Ya da ÅŸöyle açayım soruyu: Eskiden kopya veya birebir taklit çizgilerle üretilen; kalitesi tartışılır, cesur diye niteleyebileceÄŸimiz dergiler olurdu. Yayınevleri bu iÅŸleri basar, okuyucuyla paylaşırdı. Ä°ÅŸin ilginç tarafı bunların kalitesi tartışılır da olsa basılmış olması takdire ÅŸayandır. Bugün yenilerinin ve hatta kalitelilerinin basılmamasının sebebi nedir sizce? Üstüne üstlük bugün animasyon veya grafik veya güzel sanatlar eÄŸitimi de artmış, çizim teknikleri, malzeme ve olanakları artmış bulunuyor. Bu bollukta çizer veya çizgi roman çıkmamasını nasıl deÄŸerlendiriyorsunuz?

 

Aslını ararsan, “koÅŸmasam da bana gelse” beklentisi her zaman ve yeteneÄŸine inanan her çizerde vardır, ama ÅŸüphesiz ki ortaya eser koyabilmenin ÅŸartı çalışmak ve sabırdır. Yine de söylemeliyim: Ortaya koyacağı emeÄŸin hak ettiÄŸi deÄŸerle ele alınmayacağına inanan birine üretim yaptıramazsın. Bu ülkede çizgi roman üretimini teÅŸvik edecek, genç çizerlerin dâhil olmak isteyeceÄŸi bir organizasyon bulunsa —yahu çok deÄŸil, Amerika’dakinin 10’da 1’i ölçeÄŸinde bulunsa— çizgi roman bir sektör halini alsa durum çok daha farklı bir hal alırdı. Çünkü bu ülke akıl almaz yetenekteki çizerlerle dolu. Biraz yabancı diline güvenen ve bu iÅŸi yapmak isteyenler yurt dışına açılıyor, onu yapacak donanımda olmayanlar kendi içine kapanıp baÅŸka sektörlere akıyor.

 

Paralı iÅŸ olarak grafikerliÄŸi tercih eden, kitaplara vinyet çizerek mesleÄŸini icra eden yetenekli kiÅŸiler neden çizgi romana yönelmiyorlar sizce? Hani sanatsal çalışmalarda özverinin büyük bir “ÅŸart” olduÄŸunu düÅŸünürsek çizerlerin içinde sanatçı olma isteÄŸi mi yok, çizgi roman için fazladan zaman ayırmaya gerek mi duymuyorlar? Yoksa grafikerlik ve diÄŸer iÅŸlerle uÄŸraÅŸmak çizerleri çok mu yoruyordur?

 

Çünkü karınlarının doymayacağına inanıyorlar. O sektörde de ciddi yetenek sahibi insanlar var aslını ararsan, ama ürettiklerinin yayınlanacağı garantisini almayan hiçbir çizer tüm mesaisini çizgi roman çizmeye ayırmaz! Ayıramaz! Bak, misal, bilmem bilir misin, Bahadır Barış Özsoy adında, zehir gibi bir çocuk var o sektörde. Çizgi romana da tutkun, ama üretme aÅŸamasına geçemiyor, çünkü kirasını ödemek, eÄŸitimini tamamlamak ve karnını doyurmak için para kazanmak durumunda. Benzer durumda ve yetenekte olan Gökçe Akgül var gene, Kadir Ertan Sevgi var, var oÄŸlu var. Yeter ki o söz ettiÄŸim çizgi roman sektörü çıksın ortaya.

 

  • Akademiler bu baÄŸlamda hiç mi yönlendirici, özendirici, amaç edindirici olamıyorlar? Yoksa ne? Geçim derdi denince akan sular duruyor mu?

 

Bence duruyor. Akademiler de akademisyenler de gerçek hayatın tam göbeÄŸine düÅŸmüyor o anlamda. Orada baÅŸka bir savaÅŸ sürüyor —ayakta kalma savaşı. Ben bu açıdan baktıkça kimseye “Neden çizgi roman üretmiyorsun keardeÅŸim?” diyemiyorum.

 

  • Her alanda çok hızlı geliÅŸen ve geliÅŸimleri sindiremeden deÄŸiÅŸen bir ülkenin çizgi romanı neden geliÅŸemiyor ve deÄŸiÅŸemiyor?

 

Garip bir özelliÄŸimiz var milletçe: BaÅŸarılı olanı hazmedemiyoruz nedense. Ä°stiyoruz ki yanımıza insin yukarı çıkan kiÅŸi; çamurdaysak, bizim gibi çamurda debelensin. Onun için bizim eleÅŸtirilerimiz yapıcı deÄŸildir hiç. Genellikle olabildiÄŸince kırıcı, can acıtıcıyızdır ve acayip de baÅŸarılıyızdır bu iÅŸte. Ortaya konan özenli, emek verilmiÅŸ bir iÅŸi aklı başında biri çıkıp da deÄŸerlendirene kadar onlarca bed ses yükselir. Ortaya konulanı karalar, kendileri ortaya tek satır koy(a)mamış olsa da üreteni küçümsemekten, aÅŸağılamaktan garip bir haz duyar o bed sesin sahipleri. Bu sadece çizgi romanda deÄŸil, hayatımızın hemen her alanında geçerli ve yazılmamış bir kuraldır. Hal böyleyken, bu zihniyet hüküm sürmekteyken… Ya, belki de fazla karamsar oluyor deÄŸerlendirmelerim. Åžimdi durup da düÅŸününce öyle geldi birden… Neyse… Soruna kocaman bir soru iÅŸareti ekleyerek es geçeyim bundan sonrasını.

 

  • Onlardan çok da büyük olmamakla birlikte kariyer olarak çok daha ileride olan AÅŸkın Güngör genç arkadaÅŸlara ne önerir? Çocuk dergileri, mizah dergileri, bazı gençlik dergileri çizgi romana kol kanat germiÅŸ durumdalar. Buralardan baÅŸlayarak veya buralardan ilerleyerek özel çalışmalara ulaşılabilir mi?

 

Hayatta her ÅŸey olası, her ÅŸey —Orhan Pamuk Nobel adı ya, daha ne olsun. Genç çizerlere, yazarlara ve hatta sınırlandırmadan tüm gençlere önereceÄŸim ÅŸey, kalplerini yönelttikleri istikamette sarsılmadan yürümelerine olanak verecek yetiye ulaÅŸmak için çalışmalarıdır. Ondan sonra da çalışmalarıdır. Ve en son söyleyeceÄŸim ÅŸey hiç çalışmamış gibi gene çalışmalarıdır. Kendilerine güven duymak için “bilmeleri” gerekir, bunun için de “öÄŸrenmeleri”. ÖÄŸrenmek için de elbet ki çalışmak, çalışmak, çalışmak gerekir. Aksi halde kocaman iddiaların ardına sığınan, ama kendine karşı duyduÄŸu acziyet nedeniyle bir arpa boyu yol gidemeyen ihtiyar adamlar sürüsüne dahil olacaklardır ki en kötüsü o.

 

  • Bir editör, grafiker, yazar, çizer olarak gençlere neler önerirsiniz?

 

Hayallerini gerçek etmek için çabalamasını öneririm herkese —ki kendime önerdiÄŸim de budur hep. Zırhlarını kuÅŸanıp atlarına binmelerini öneririm bir de —yeldeÄŸirmenlerine karşı savaÅŸacak olsalar bile ÅŸövalye olmayı öÄŸrenmelerini de.

 

Aslında, sevgili Ümit, senin gibi koca kalpli bir palyaço olup ÅŸövalye gibi yaÅŸamalarını önerirdim ben gençlere. Konuyu can evinden vuran soruların ve ilgin için çok teÅŸekkür ederim.

 

Ümit Kireççi, Nisan 2010

bottom of page