top of page

Abece Dergisi'nde Aşkın Güngör Söyleşisi | Dilan Güngördü & Türkü Tosun (2004)

“Sorunların Anahtarı Kendinize Duyduğunuz İnançtadır…”


Aşkın Güngör nasıl bir öğrenciydi? Öğrencilik yıllarınızdan söz eder misiniz? Unutamadığınız bir anınızı anlatır mısınız?


Size denk sınıflarda eğitim aldığım yıllar bin dokuz yüz seksenlerdi. Derslerimde başarılı olmayı seven bir öğrenciydim; ama hiçbir zaman notlar konusunda fazla hırslı olmadım (Yine de yıl sonu karnemin yanında bir teşekkür ya da takdir belgesi görmek sevdiğim bir şeydi).

Okulu ve öğretmenlerimi bana sundukları özgür düşünce oranında sevdim hep. Karşısındaki öğrencileri zengin cevherler olarak görmeyen, ezberci ders anlatım modelini kabullenen ve bırakın öğrencisini, kendisini bile geliştirme gereği hissetmemiş öğretmenlerle aram hiç iyi olmadı. Bunu “isyankarlık” olarak algılamayın; demeye çalıştığım, yüreğimde özel bir yere sahip olan öğretmenlerim bugün bile minnetle andığım kılavuzlardır, diğerleri ise hak ettikleri gibi unutulup gitmiştir.

Okul anıma gelince… Özellikle, rehberlik derslerimizde Kenan Kablan adlı bir arkadaşımla birlikte sınıfa piyesler sahnelerdik. Genellikle mizahi unsurları olan, doğaçlama piyesler olurdu bunlar. Yine o piyeslerden birinde, Kenan huysuz, yaramaz, hazırcevap bir öğrenciyi, ben de onunla nasıl başa çıkacağını düşünen bir öğretmeni canlandırıyordum. Öğretmenin masasını da oyun alanı olarak kullanıyorduk. Kenan tahtanın mahcup duruyor; ben de ona çıkışıyordum. Bir ara ayağa fırlayıp bağırıp çağırdım. Tekrar hiddetle sandalyeme çömeldim ki, aman Allah’ım, sandalye yerinde yok! “Gümbür” diye yere yuvarlandım. Üstüm başım tebeşir tozu içinde. Meğer ben fark etmeden öğretmenin masasının altından geçen bir başka arkadaşımız, İbrahim, sandalyeyi çekmiş altımdan. Ayağa kalktığımda ne olduğunu anlamaya çalıştığım kısacık birkaç saniye ardından, son derece profesyonelce bir tavırla, sanki o arkadaş da oyunun içendeymiş gibi ona da çatmaya başladım. Eh, altımdan sandalyeyi çekerek beni küçük düşürmesinin cezasını da cetvelle kendisini döverek çıkardım tabii.

Çocukken büyüyünce ne olmak isterdiniz?


Çocukken ne olmak istediğime asla net olarak karar verememiştim doğrusu. Ama kurduğum hayallerde insanlığa yardım eden bir kahraman olarak kurgulardım kendimi. Yazar olmak ise “doktor olacağım, mühendis olacağım” şeklindeki net cümlelerle alınacak bir karar değildir. Bu, içinizde, aklınızda, yüreğinizde dönüp duran cümleleri kağıda geçirmeye başladığınız an şekillenmeye başlayan bir şeydir. Bir kere içinizde illaki, öyle ya da böyle, bir yazım yeteneği olmalı, o yeteneği yazarak, hep, ama hep yazarak geliştirmelisiniz. Ben aklımdaki düşleri ve düşünceleri diğer insanlarla paylaşacak olmanın büyük keyfi nedeniyle başladım yazmaya, geçici olan yaşamdan geriye, hiç değilse, kurduğum cümleler ve cümlelerde şekillenen “akıl” kalsın istedim. Çünkü insan değilse de yazı ölümsüzdür, yazının can verdiği düşünce ölümsüzdür.

Kitap okumayı seven bir öğrenci miydiniz? Sizi bu konuda destekleyenler oldu mu?


Tam bir kitap kurduydum. Yırtık bir gazete parçasını bile kıyı bucak okuduğumu hatırlıyorum. Hikaye kitapları, romanlar kadar o dönemlerde revaçta olan çocuk dergileri de elimden bırakamadığım dostlardandı. Burada şunu da belirtmek istiyorum: Büyük çoğunluğun körlemesine söyleyip durduğunun aksine çizgi romanlar “kötü yayın” değildir. Çocuğun ya da genç okurun okumaya ilgisini arttırdıkları gibi, kişilik gelişimine de olumlu etkileri vardır. Ama mutlak ki her basılı yayında olduğu gibi çizgi romanda da seçici davranmanız ve ders çalışmanız gereken saatler ile okuyacağınız saatleri birbirlerinden ayırmanız gerekmektedir.

Çevremde beni okumaya teşvik edenler, başta, cesaretlendirici ve ilgili yaklaşımlarıyla annem ile babam, sonra da ilkokul öğretmenim Zehra Küçük’tü.

Kitaplarınızda neden gerçek ve gerçek dışı olaylar birlikte yer alıyor?


Gerçek ve gerçek dışı olaylar kitaplarımda iç içedir, bu doğru. Bu yazım biçimimin özel bir amacı yok. Sadece okumayı sevdiğim tarzdaki eserleri yazmaya çabalıyorum. Hayatın öğretilerini yavan konular içine sıkıştırarak aktarmak çok doğru gelmiyor bana. Dediğim gibi, okumayı sevdiğim şeyleri yazıyorum ve başka türlüsünün de çok samimi olacağına inanmıyorum.

Nasıl yazıyorsunuz? Bir ilham kaynağınız var mı?


İşlediğim konular ilk önce genel hatlarıyla zihnimde şekilleniyor. Daha sonra konuların ayrıntılarını mümkün olduğunca sessiz anlarla belirliyor, notlar alıyor, en sonunda da bilgisayar başına geçerek yazmaya başlıyorum. İlham dediğiniz şey hayatın aklınızda ışıldattığı öğretilerdir. Bu öğretilerin içinden neleri yorumlar, neleri aktarmak isterseniz cümleleriniz bunlardan oluşur.

Yerinde olmak istediğiniz bir roman kahramanı oldu mu hiç? Gohor gibi bir çocuk olmak ister miydiniz?


Yerinde olmayı dilediğim roman kahramanı, ilk gençlik yıllarımdan beri hep Tom Sawyer’di. Mark Twain’in aktardığı maceralarda oluşturduğu karakteri öyle benimsemiştim ki gözümü kapadığımda kendimi Tom Sawyer’in yaşadığı yerlerde görmek en büyük keyiflerimden olmuştu. Gohor gibi bir çocuk olmak ister miydim? Doğrusu Gohor’un inandıkları uğruna giriştiği mücadele cesaret gerektiriyor… Ve evet, Gohor gibi bir çocuk olmak isterdim.

Çocukları sevdiğiniz için mi çocuk kitapları yazıyorsunuz?


Çocukları sevmeden onlar için eserler üretmenin mümkün olacağını sanmıyorum. Dolayısıyla, tabii ki seviyorum çocukları.

Bir de şiir kitabı yayımlamışsınız. Şiirlerinizi de çocuklar için mi yazıyorsunuz? Dergimizde bir şiirinizi yayımlayabilir miyiz?


Şiirlerimi çocuklara yönelik yazmıyorum. Çünkü genel sanının aksine, çocuk için yazmak güçtür; hele ki çocuk için şiir yazmak daha da güçtür. Yine de bin dokuz yüz seksenli yıllarda, sizlerin yaşlarındayken yazdığım bir şiirimi gönderiyorum derginiz için. Bu dizelerin sizlere de bir şeyler ifade edeceği düşüncesindeyim. İnşallah yanılmam.

İyi birer okur olabilmemiz için bize neler önerirsiniz?


İyi birer okur olmanız için önerebileceğim şeyler çok fazla değil. Kabul edersiniz ki başarılı olunmak istenen her iş gibi okumaya da sevgi ile sarılmak gerekir. Kitapları elinize bir yükümlülük gibi değil, çok sevdiğiniz birer dost gibi almalısınız. Ayrıca mümkün olduğunca okumaktan keyif aldığınız türden eserleri elinize almalısınız ki kitaplarla geçirdiğiniz zamanın sıkıcı olmaması mümkün olsun. Böylece, çok da uzun olmayan bir süre sonunda kitapların asla vazgeçemeyeceğiniz dostlarınızdan olduğunu göreceksiniz.

Tüm bu cümleler sonrasında sorularınıza tatmin edici cevaplar verebilmiş olmayı ümit ederek gözlerinizden öpüyor, sizin adınızdan hareketle tüm arkadaşlarınıza mutlu hayatlar diliyorum.

İçinizdeki kudreti bilin arkadaşlar ve kendinizi hiçbir şart altında küçük görmeyin, olur mu? Her sorunun anahtarı yüreğinizde, kendinize duyduğunuz inançtadır. Hepinizi seviyorum.

Şimdi de söz verdiğim şiir:

UMUT

Uyumak istiyorum gökyüzünün enginliklerinde

Bulutlar yatağım, yıldızlar yorganım olsun

Mutlu bir ürperti hissedeyim kalbimin derinliklerinde

Kulaklarım yıldızların sevinç çığlığıyla dolsun

Uyumak istiyorum kainatın derinliklerinde

Gezegenler uykum, esrarlı Halley rüyam olsun

Görsün insanlar beni aşağılardan

Sönük bir yıldız sansınlar, ne çıkar, olsun.

Hep arzuluyorum, bir çocuğun sevinç çığlığında

Bir annenin umutla gülen yüzünde rüyalara dalmayı

Bir mutluluğun sevinç gözyaşına dönüştüğü gecede

Bakarak gülen yıldızlara mutlu insan olmayı.

Dilan Güngördü – Türkü Tosun, ABECE Dergisi, 2004

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page