top of page

İyi ki mi Doğdum Nedir?


Bu çocuk henüz düşmemişti. Düşmeyi öğrenmemişti.


Henüz Süperman filmini izleyip Christopher Reeve hayranı olmamış, göklerde uçmayı istememişti ama beyaz kâğıtlara minik elinde kocaman kalan kalemlerle uçak resimleri çiziyor, bir yerlere yolcular kondurup onları bir serüvene sürüklüyor, bunları bıcır bıcır anlatıp anneannesini güldürüyordu. Belli ki daha o zamandan öyküler uydurmayı seviyordu. Yıllaaar yıllar sonra "Yazıp çizdin de ne işe yaradı a sıfatsız?" diye soracağını bilmiyordu.


Henüz aldanmamış, aldatmamıştı.


Henüz âşık olmamış ama eksikliğini de zerrece duymamıştı.


Henüz şiir yazmamış, o çamura bulanmamıştı.


Henüz ağabey bile olmamıştı ama Engin'in bir yaş küçük kardeşi Serdar gibi bir kardeşinin olmasını çok istiyordu. Yakında anacığıyla babacığının onun kucağına kaşık kadar suratı olan bir bebek uzatıp "Al sana kardeş" diyeceklerini, Belgin'le böyle tanışacağını bilmiyordu. Hele ki ondan da minik olan Nilgün'ün ve son numara Bilgün'ün de sırada olduğunu aklına bile getirmiyordu. Belgin'i gördüğü ilk anda "Ne bu böyle minicik? Ben bununla sokakta oynayamam ki! Serdar kadar büyük kardeş istemiştim" diye huysuzlanacağını da tahmin etmiyordu elbette.


Kitap bile okuyamıyordu bu çocuk ama eline geçen çizgi romanların her karesini hayranlıkla incelemekten geri durmuyordu. Günün birinde o kitapları yayımlayan yayınevlerinde yıllarca çalışacağını nereden bilecekti?


Ah bu çocuk çizimler yapmayı, onlar hakkında öyküler uydurmayı seviyordu sevmesine de yazar olmak aklının kıyısından bile geçmiyordu. Ona "Bir gün çizmekten vazgeçip sadece yazacaksın" diyen olsa büyük olasılıkla inanmazdı. Ağlardı belki de çocukça bir isyanla. "ASLA!" diye bağırır ve sonunda iddiayı kaybederdi, ne bilsin.


Bu çocuk umutluydu. Umut doluydu. Uzun yıllar boyu da öyle kaldı. Fark etti ki bir gün, umut dediğin şey bir kutu kibrit. Vasati 40 çöp. Ardında bıraktığın her yaşla birini söndürüyorsun ve elinde boş bir kutu kalıyor. Hayır hayır, bu gerçeği şu fotoğraftaki yaşlarda bilse de umut duymaktan vazgeçmezdi o. Huyu buydu yahu işte. Yaşama böyle tutunuyordu.


Vazgeçmeyi bilmiyordu bu çocuk. İstemediği şeyleri de yapmıyordu ha, inatçıydı köftehor. Birkaç sene sonra, tüm mahalle arkadaşları gidiyor diye zorla gönderildiği Kuran kurslarından kaçacağını, teravihlere gitmektense karanlık sokaklarda turlayıp hayaller kuracağını bilmiyorsa da herhalde az çok tahmin ediyordu.


O küçücük yaşında bile Mustafa Kemal Atatürk'ünü çok seviyordu bu çocuk. Günün birinde onun izlerini silmek için kuduran bir meczubun cehennem gibi gözlerini görmekten bıkacağını nereden bilecekti. Süperman'in pelerini varsa, Mustafa Kemal'in de kalpağı vardı ve o kalpak, izi asla silinemeyecek büyük devrimcinin parlak fikirlerle dolu kafasını şefkatle öper gibi sarmalıyordu. Bu çocuk büyüyüp de biten umutları düşündüğü her seferde aklına o muhteşem kalpak gelecekti. Vazgeçmekten utanacaktı ve bunu da sonraları fark edecekti, olsun.


Ah bu çocuk, ah! Günün birinde evleneceğini, okuyup çalışmaktan gitmeye fırsat bulamadığı tatillere karısıyla ancak çıkacağını düşünmüyordu bile. Ve elbette bilmiyordu tam kibrit kutusu boşalmak üzereyken baba olacağını, Aden'iyle ve Uras'ıyla kalbinin büyüyeceğini, sevmeyi yeniden öğreneceğini, umut denen şeyin sana tanrıymışsın gibi bakan masum gözlerle yeniden yeşerebileceğini, yeni kalpağının o gözler olacağını, kutuya vasati 40 çöp daha ekleneceğini...


Bu çocuk bunların hiçbirini bilmeden kameraya bakıyor ve 45 sene sonra tüm bunları yazacağını aklının ucuna bile getirmiyordu.


İyi ki...


Aşkın Güngör, 12 Haziran 2020 (Ve değişen bir şey yok.)

53 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page