top of page

Yalnız Kalmamak Davasına

Güncelleme tarihi: 30 Tem

ree

Şimdi sayın abicim, hani şöyle en cafcaflısından, efendime söyliim, şıkşıklı kıtipiyoz dümbeleklerin işkembe-i kübradan salladığı dakadukalar gibi havalı cıvalı lakırdılar bekliyorsan, af edersin ama avcunu yalarsın! Mübarek hindi gibi kabara kabara afralar tafralar, falanlar filanlar sıkacak halimiz yok, a’nadın mı? Ki hindi de gururla hergeledir abicim. Zatıâlilerini bu bahsi geçen dangozlara benzettiğimi bi’ duysalar, tozu dumana katarlar alimallah. Diyeceğim o ki yürekten laflayalım. Bizim sözler de varaksız olsun, yahu ne bileyim, süslü püslü olmasın işte be!

 

İnsanlar çok şey… Şey işte be… Dilim frene basıp duruyor ama cilalı yolda rüzgârla yarışan düldül gibi nalları toplatmak lazım kelimelere… Lafım meclisten dışarı diyeceğim ama içime de sinmiyor be abicim… Anlayacağın, insanlar gösterişi sever yahu! En fiyakalısından bi’ ceket varsa sırtında, hani mendil cebinde nah bu kadar arma olanından; iskarpinleri dört kere siyaha boyattıysan; saçları briyantinleyip de sıvadıysan geriye manda yalamış gibi; boynunda süslü mü süslü bir fular, sırtında da “falanca oğlu filanca” gibilerinden bi’ etiketin varsa, oooh, insanlar seni dinler abicim. Bırak kulaklarını, gözleriyle bile dinlerler seni anam Arnavut olsun! Oysa bizim sırtımızdaki emektar ceketin saçları olsa ağarırdı, sakalı olsa çocuklar “moruk” derdi; benimle yaşıt desem değil, babamla yaşıt mübarek, toprağı nur dolsun. Anlayacağın işte, halimiz ahvalimiz bundan ibaretken bizim lakırdılarımızı kim niye dinlesin? Biz belki de bu yüzden sokak köpeklerini pek severiz, onlarla dertleşir, onlarla söyleşiriz:

 

“Arkadaş, gidecek yerim yok arkadaş. İnsanlar parası olmayanı adam yerine koymuyor. Benim senden farkım ne? Senin de paran yok, benim de. İkimiz de serseriyiz. Ne demek serseri? Başıboş, aklına eseni yapan, istediği yere giden, kimseye bağlanmayan demek... Bırak esnemeyi de bak, şu evlere bak, içleri rahat, sıcak, herkesin dalgası yerinde ama bana göre değil. Benim dostum şu kaldırımlar. Kimsesizlerin dostu. Beni bu kaldırımlar anlar arkadaş. Öyle bir dost olduk ki ne o beni bırakır ne ben onu.”

 

Ama sen yine de buradasın sayın abicim… O şıkşıklı kıtipiyozları değil de bizi okuyorsun ya şimdi, umut var demektir ulan be! Hem bakma böyle at hırsızı gibi gezdiğimize, zamanında biz de asilzade adamdık ama hovardalıktan düştük bu hallere. Harbi sözler paralarız. Diğerleri dilimizde pek çıtkırıldım durur zaten. Yakışmaz yani. Koftiden sözler, af edersin, dişimize takılıp kalan ıspanak gibidir. Beyzadelerinkiler gibi atmasyon laflar paralamayız biz. Beceremediğimizden de değil ha! Sevmediğimizden… Biz harbi olanı severiz güzel abicim.

 

Aha tam şuradan, Sadri Baba’nın güzel kalbinden, cigarasını ömür gibi tellendiren dudağından, yaşların taşmaya can attığı gözlerinden, içimize işleyen sesinden konuşuruz biz de işte dilimiz döndüğünce, mürekkep yettiğince, aklımız erdiğince… Sadri Baba’yı anlatacak birkaç kelamı da Sadri Alışık’laşmadan söyleyemeyiz yahu işte!

 

En bi’ kral kasımpatı demetiyizdir, hıyar kasasına düşmüş kabak çiçeğiyizdir. Anlamı kendinden menkul “falanlarla filanlara” bir nefeste en derin anlamları yükleyen koca kalpli bir çocuk adamın peşindeyizdir. Onlaşırız, falanlaşıp filanlaşırız, “Bu da mı gol değil be!” diyerek hayatın adaletsizliğine sayar söveriz ve inadına yine severiz, yine severiz, yine… Hem de öyle bir severiz ki…

 

“Seni öyle bir severim ki dengeni kaybedersin, kiliseye gidip ‘selamünaleyküm’ dersin.”

 

Ama belki de sevmeyiz. Neden en çok fukaraların kalbinde deprem olsun anam babam? Ruhumuz gecekondu zaten. Bari gözyaşlarımız yerinde dursun.

 

“Zaten onu hiç sevmedim ben, hiç sevmedim. Yalnızlığımı bölüştüm bi’ ara, hepsi bu işte. Sonra içten içe gülüştük biraz… Bir demet çiçek, niyet kuşu, deniz kıyısı, karpuz sergisi, falan filan…”

 

Evet, falan filan… Dedim ya sayın abicim, hiçbir Âdem evladının ağzından bu kadar anlam dolu düşmemiştir şu falan filan. Eh, ne de olsa…

 

“Şu hayatın falanları filanları malum…”

 

Sorarım size sayın abicim, gözünü sevdiğimin şu mübarek toprağında, hem buralarda hem de ta Frenkistanlarında kim, kim yahu kim gözleriyle bu kadar derin konuşmuş? Kim yahu kim falan filan diyerek filozoflar gibi manalı lafları bir nefeste göğe savurmuş? Kim yahu kim kanlı canlı görmesek de bu kadar ailemizden olmuş? Kim yahu kim Azrail’e “evelallah” dedikten sonra bile kalplerde yaşamayı sürdürmüş?

 

”Hayat demek ölümü beklemek demektir. Az çok hepimiz denizi, yıldızları, ağaçları, işte falanları filanları göreceğiz, birçok şeyin tadına bakacağız, sonra da ister istemez ‘gidiyorum elveda’ şarkısını söyleyeceğiz. Öyleyse gidenin de kalanın da gönlü hoş olsun.”

 

Kim sevmiş onun sözleriyle yârini? Hem yaralı hem sefil hem serseri…

 

“Seni gördüğümde böyle içimde bi’ şeyler oldu. Konuşmayı beceremem ama anladın di mi? Canımsın be! Güneşimsin, havamsın! Yani şu ağzımdaki izmarit yok mu kız, işte onun gibisin be! Yani buramdasın be!”

 

Bendeniz Sadri Baba’yı silah seslerinin gecekondu mahallerini çınlattığı, sağcıların kahvehanede solcuları taradığı bir seksenler gecesinde tanıdım ilk. Cumartesi gecesiydi. Yıldızlar sinmişti koyu bulutların ardına. Dedim: “Herhalde vurulmaktan korkuyorlar.” Oysa çocuklar kurşun seslerinin can yaktığını erkenden öğrenmemeli. Yıldızların bile korkacağını düşünmemeli çocuklar. Çocuklar şen şakrak gülmeli…

 

Turist Ömer’di işte o gece şen şakrak güldüren beni. Geceyi yırtan mermileri unutturan, ürkmüş dudaklarıma serçe gibi titrek de olsa gülücükler konduran… O günden sonra hep Turist Ömer selamı verdim ben. Elini kaldırırsın, alnına götürürsün, sonra doksan derecelik bir açıyla parmak uçlarını burnuna değdirirsin. Kederi, uğursuzluğu, çocuksu korkuları bertaraf eden ne sihirli bir selam!

 

“Annem üç ekmek, bi paket Sanayağ, bi paket un istedi bakkal amca.”

“GİT BABANA SÖYLE, BORCUNU ÖDEMEDEN Bİ BOK YOK SİZE!”

 

Derme çatma bakkal dükkânında yağ almak için bekleşen onlarca kişinin gözlerinin önünde yerin dibine sokulan bir çocuğun da kurtarıcısı olan bir selam!

“NE ACAYİP HAREKET LAN O ÖYLE!”

“Turist Ömer selamı yaptı, Turist Ömer…”

“Hah haa! Hah haa!”

 

Hah haa! Şu hayatın hah haaları da malum…

 

Mahalle bakkallarına güzellemeler döşeyen nostaljik falan filanlara her rastladığımda zihnimde pıtrak gibi patlayan bir anı ve işte yine olsa olsa Sadri Baba’dır tek güzel yanı. Çünkü kederin sarmaladığı, feleğin tekmelediği, yaşıtlarının anlamadığı, kitaplarla ve şiirlerle ve siyah beyaz filmlerle kalbi silme dolmuş bir oğlanın tek sığınağıdır bazen hayallerden fırlayan o serseri kahramanı. Hele ki sevmenin ve affetmenin ne denli zor, ne denli ağır, ne denli fedakârlıklar bekleyen bir uğraş olduğunu da sana anlattıysa o hayali kişi…

 

“Semtimizin bir tanesiydi Müjgan. Saçları sırtına kadar sırma sırma dökülür. Elleri ufacık. Gözleri dört defa lacivert ve her ne hikmetse o da bana gönüllüydü. Öyle bir sevdim ki Müjgan’ı, dünyamı şaşırdım, haddimi bilemedim. Evleniriz gibi geldi bana. Evimiz yuvamız olur, ışığımız yanar, fakir soframız kurulur gibi geldi. Oysa bi’ şey vardı bugün Müjgan’da… Yüzüğünü takmadı, yüzü hiç gülmedi, gazozunu içmedi… Ya Müjgan bugün güzel bile değildi… Ötesi var mı?”

 

Gözleri dört defa lacivert kızlar sevdim ben de sonraları. Gözleri iki defa kahverengi… Gözleri üç defa ela… Kalbi yedi kere taş gibi… Bendeki terbiye kral çocuğunda yok tabii. Ağzının direksiyonuna hâkim olmayana tamponu yedirmişliğim de var, o ayrı.

 

“Yani öğretmek gibi olmasın ama kimsenin on parasına dokunmadım. Kimsenin emniyetine yani böyle bir halel getirmedim. Ama o küçük kız… Ya, ‘İki güne kadar gitmezse ölecek’ dediler Hâkim Bey. Böyle bir şey. Hani saksıda çiçek gibi, şu kadarcık. Sen olsan ne yapardın Hâkim Bey? Ya siz? Ölecekmiş! ‘Ölmesin’ dedim! ‘Bir can kurtulsun’ dedim! Bütün hayatımda ‘ofsayt’ dediler, ‘bir işe yaramaz, sümsük’ dediler, ‘varsın yine desinler’ dedim. Hayatımda bir defacık bir kız sevdim, ‘onu da kaybedeyim’ dedim. Hayatımda bir kerecik bir şey kazanacak oldum, ‘onu da kaybedeyim’ dedim. Tek ‘bir can kurtulsun’ dedim. Çocuğu kurtaracak kadarını aldım, üst tarafına el sürmedim. Fena mı oldu? Sizler… Hepiniz... Hepiniz! Hepiniz hâkem olun abiler… Ya bu maç be! Tıpkı bi maç! Ama böyle hayat sahasında oynanıyor. Oyuncuları bizleriz. Topumuz da namusumuz, vicdanımız, insanlığımız… Ben… Ben Osman… Ofsayt Osman… Söyleyin be! Allah rızası için söyleyin! Gene mi atamadım golü ha? Bu da mı gol değil be? Adaletine, insanlığına kurban olayım Hâkim Bey, bu da mı gol değil?

 

Gol!

 

Hem de öyle bir gol ki şiirler bile yazdırdı bu biçareye, kitap bile bastırttı, adı Her Daim Bu Sevdada Ben Bir Sadri Alışık olan.

 

Anlayacağın sayın abicim, ben biraz kendim oldum bu sülalesi kandilli dünyada, biraz Turist Ömer oldum, bir parça da Sadri Alışık oldum işte. Tam da o nedenle…

 

“…gel bu akşam misafirim ol, iki şiir atalım. Ben de ayıptır söylemesi klarnetle bir hicaz geçerim… Ah! Vapurlar iskeleye yanaşıp kalkar, böyle motor sesleri dinleyelim. Balıklar ağlarken bir ‘of ülen of’ çekelim.”

 

Çünkü bu yazıyı yazarken…

 

“…affınıza mağruren, biraz şeyim… efkârlıyım be abiler… efkârlı. Gelin, hepiniz gelin be! Issız bir adada gibiyim. Çok bi’ tek başıma gibiyim. Deniz ananın güzel çocukları, siz bile birken çarçabuk iki oluverdiniz. Benimkisi balık tutmak değil zaten. Yalnız kalmamak davasına buralardayım…”

  

Aşkın Güngör, 7 Mart 2024



Yorumlar


bottom of page